Hiç elinde güllerle savaşan birilerini gördünüz mü? Ne yüce bir savaş olurdu bu! Silah yerine çiçekler kuşanmış ordular, şiddetin, savaşın karşısına barışı ve estetiği koyan bir direniş…
Bu, bilindik savaşların kanlı arenası değil, insanın hakikate yolculuğunu anımsatan...
Savaş, çoğu zaman barbarlığın tarihi olarak okunur; kan, kılıç, tank ve tüfekle anılır. Oysa asıl mücadele, insanın kendisiyle, vicdanıyla ve ahlakıyla verdiği savaştır. Biz, bu savaşın gül ehliyiz. Elimize silah almak yerine, merhameti kuşanırız.
Adaletin temsilcisi olan kişi, kılıç değil, gül taşır. Çünkü estetik ve ahlak iç içedir; merhametin olduğu yerde hakikat yeşerir. Gül, yalnızca bir çiçek değil, erdemin simgesidir.
Ancak insanlık, tarih boyunca bu estetik savaşla barbarların savaşı arasında sıkışıp kalmıştır. Bazen güllerin yeşerdiği bahçelere, zulmün ayak sesleri sinmiş büyük acılara sebebiyet vermiştir.
Gücü kutsayanlar, fitne ve fesadı örgütleyenler, adaletin sesini boğmaya çalışmışlardır. Oysa bilinmelidir ki, hakikat zorbalığın gölgesinde solmaz; aksine, en derin karanlıkta bile filizlenir.
Adaletin dili, her zaman güllerin dili ile iç içedir.
Ama ya bahçemizi tamamen kurutmaya çalışanlar,
Güllerimizi solduranlar, çiçek bahçelerimizi kuruturlarsa?
Ya da tüm güllerimizi koparırlarsa? İşte o zaman insan, kendi varlığını, vicdanını ve değerlerini savunmak için başka yollar aramak zorunda kalır. Çünkü her çağ, kendi güllerini yetiştirmeyi başaramazsa, kendi barbarlarını da doğurur.
Gül, yalnızca estetik bir imge değildir; bir idealdir, bir ahlak manifestosudur. Asıl savaş, insanın bu ideali yaşatabilme iradesidir. Ve sonunda, tarih hep göstermiştir ki, kılıçların saltanatı geçicidir; kalıcı olan, gülün kokusudur.
Eğer masumiyet sürekli ezilir, adalet çiğnenirse, güller de bir gün dile gelir;
Gül gül ola koparıla mermi doğura.