Kur'an-ı Kerim'de insanın yaratılış süreciyle ilgili şu ayet yer alır:
"Rabbin meleklere, 'Ben yeryüzünde bir halife( insan) yaratacağım' dediği vakit, melekler, 'Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni hamd ile tesbih ediyor ve takdis ediyoruz' demişlerdi. Allah, 'Ben sizin bilmediklerinizi bilirim' dedi." (Bakara Suresi, 30)
Bu ayet, insanın yaratılış amacını ve yeryüzündeki rolünü, sorumluluğunu derin bir şekilde sorgulamaktadır. "Halife" veyahut İnsan da diyebiliriz. İnsan yalnızca varlık olarak değil, aynı zamanda yeryüzünde denetleme, inşa, adalet, yaşanabilir bir dünya mücadelesi ve sorumluluklarını bilen ve taşıyan bir varlıktır. İnsan, yaratılışı gereği sadece yaşam sürmekle kalmaz, yeme, içme, gezme,yatma vb. fiillerde bulunmaz, aynı zamanda bu dünyadaki mühendislik rolünü de umutmamalıdır.Hem fiziksel hem zihinsel.
Adaleti esas alarak ve iyiliği hakim kılma sorumluluğuna da sahiptir insan.
Meleklerin insanın yaratılış sürecindeki Cenabu Allah’a itirazı ise, insanın potansiyel kötülüğüne dair bir kaygıyı yansıtırken, Cenabu Allah’ın cevabı insanın özgür iradesinin ve potansiyelinin henüz keşfedilmemiş yönlerinin de olduğunu ima eder. Bu insan aklının önemine olan işarettir.
İnsanın yaratılışı ve varoluş amacı, yalnızca dini bir bakış açısıyla değil, bilimsel açıdan da incelenebilir.
İnsan, yaratılışından bu yana evreni keşfetmeye çalışırken, bu keşif süreci bir anlam arayışına dönüşür. Hem bilimsel hem de dini bakış açıları, insanın evreni anlamaya yönelik çabasının sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin bir anlam arayışı olduğunu ortaya koyar. Bu süreç, "Varlık nedir?" sorusunun etrafında şekillenir. İnsan, çevresindeki dünyayı anlamaya çalışırken, aynı zamanda kendi içsel dünyasını da keşfeder. Bu keşif, bilimsel açıklamaların ötesine geçerek, varoluşun anlamını bulmaya yönelik felsefi bir arayışa dönüşür.
İnsanın içgüdüleri, duyguları ve aklı, onun davranışlarını şekillendirir. Ancak insanın kötülüğü veya iyiliği tercih etmesi, yalnızca biyolojik içgüdülerle açıklanamaz. Gerek felsefi, gerek dini açıdan, insanın kötülüğü seçmesi, özgür iradesinin bir sonucudur. İnsan, toplumun değerleri ve kültürel normları doğrultusunda seçimler yapar. Bu bağlamda, kötülüğün kaynağı yalnızca bireysel tercihler değil, aynı zamanda toplumsal yapıların ve değer yargılarının da etkisi bulunmaktadır.
Bilimsel açıdan, insan davranışlarını biyolojik ve çevresel faktörler etkiler. Ancak toplumsal yapılar, bireylerin davranışlarını şekillendirir ve bu yapıların etkisi, insanın özgür iradesiyle birleşerek toplumsal ilişkileri belirler. İnsan, toplumsal bir varlık olarak, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal yapıları da etkiler. Bu etkileşim, sosyolojik bir bakış açısını gerekli kılar ve insanın davranışlarını daha kapsamlı bir şekilde anlamamıza yardımcı olur.
Tarih boyunca, güç ve iktidar ilişkileri toplumların yapısını belirlemiştir. Güçlü olanlar, zayıf olanları ezmiş ve toplumlar, zamanla bu güç ilişkileri üzerine inşa edilmiştir. Bu durum, sadece bireysel içsel çatışmaların değil, aynı zamanda toplumsal yapının da bir sonucudur. Modern sosyolojide, güç ilişkileri ve toplumsal yapılar arasındaki etkileşim, bu tür davranışların nasıl ortaya çıktığını açıklar. Toplumlar, bireylerin davranışlarını şekillendiren güç yapıları oluşturur ve bu yapılar, toplumsal adaletin sağlanması adına önemlidir.
Sonuç olarak, insanın yaratılışındaki temel amaç, yeryüzünde adaletin ve iyiliğin hakim kılınmasıdır. Bu amaç, insanın içsel dengeyi bulması ve aklını vicdanıyla uyumlu bir şekilde kullanmasıyla mümkündür. İnsan, hem toplumsal düzeni sağlamak hem de bireysel anlam arayışını sürdürmek zorundadır. Felsefi açıdan, insanın varoluşunun amacı sadece toplumsal hedeflere ulaşmak değil, aynı zamanda bireysel bir anlam arayışıdır. Her birey, bu içsel yolculukla birlikte, kendine bir anlam ve amaç bulma sürecindedir.
İnsan, zamanla bireysellikten topluma doğru geçmiş ve bu geçişle birlikte toplumsal anlamda düzen, plan ve kurallar ortaya çıkmıştır. Toplumun sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için bireylerin belirlenen belli başlı kurallara uyması gerekiyor. Kuralların ihmal edilmesi durumunda, toplumu tehdit eden birçok sorun ortaya çıkar. Bu sorunlar arasında;
Trafik kazaları,
Sosyo-ekonomik problemler,
Şiddet ve terör olayları,
Yangınlar ve gereksiz mahkemeler,
Boş yere harcanan zaman ve kaynaklar,
Güvenlik endişesi,
Cinayetler ve kadın düşmanlığı,
Çıkar çatışmaları ve menfaatperestlik,
Fitne ve kaos ortamı,
Yolsuzluk ve hırsızlıklar,
Çocuk cinayetleri,
Artan boşanmalar ve sebepsiz öldürmeler,
Eğitimin duraksaması,
Mirasın ataerkil düzene göre meşru görülmesi,
Sağlık problemleri,
Düşüncelerin özgürce gelişememesi vb. bir çok sorun yer alır.
Bunun bir örneğini daha yeni yaşadık, Bolu Kartalkaya'da yaşanan büyük otel yangını.
Halife insanın ihmali ve denetimsizliği nasıl bir felaketle sonuçlanabileceğini bir kez daha göstermiştir. Bu tür olaylar, yalnızca doğal kaynakların kaybına değil, aynı zamanda toplumsal güvenin azalması, acının artması, insani değerlerin yitimi ve huzurun zedelenmesine de yol açmaktadır.
Sosyal medyadan, haber kaynaklarından, TV programlarından elde ettiğimiz verilere göre ki bu verilerin bir çoğuna güven noktasında kuşkularımız var, çok da temiz bir alan değil sosyal medya, ama genel kanaat ihmalleri işaret etmiyor değil. Yangının ardından ortaya çıkan, gerekli önlemlerin alınmadığını, yangına müdahale ekiplerinin eksik veya hazırlıksız olduğu iddia edilmektedir. Denetim eksikliği, ihmaller zinciri ve gerekli bilgilendirmelerin yapılmaması, bu tür felaketleri büyütmektedir.
Oysa insan, İnsani anlamdaki sorumluluğu gereği; doğayı korumak, kaynakları doğru kullanmak ve gelecek nesillere temiz bir dünya bırakmak zorundadır.
Kurallara uyum, bireysel ve toplumsal sorumluluğun bir göstergesidir. Ancak bu sayede, sağlıklı, güvenli ve adil bir toplum inşa edilebilir.
Arıların kendi iç düzenlerini sağlamak için uyguladığı kurallar gibi, insan toplumları da benzer şekilde huzuru korumak adına belirli normlar oluşturmuşlardır. Arılar, kraliçe arıları ve sakatlanmış olan arıları dışarıda bırakırken, insan toplumu da huzura tehdit oluşturan unsurları minimize etmelidir.
İnsan toplumları, huzuru tehdit eden uyuşturucu, fuhuş, suç ve sapkınlık gibi olguları sistem dışına atarak, toplumsal düzeni sağlamaya çalışabilir. Bu düzeni oluşturmak için eğitim, terbiye ve caydırıcı yasalar en önemli araçlardır. İnsanların ahlaki ve toplumsal sorumluluk bilincini kazanmaları, toplumsal huzurun korunmasında büyük önem taşır. Sağlıklı bir toplum, her bireyin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesiyle işleyebilir.