Arapça bir kelime olan “kurban” kelimesi, kök olarak “k-r-b” (قرب) kökünden türemiştir. Mana itibarıyla gerek maddi gerekse manevi “her türlü yakınlığı” ve “yakın olmayı” kapsayan bir anlam yelpazesine sahiptir. Bu nedenle “yakınlaşma vesilesi” kıldığımız maddi-manevi her şey, her durum, aslında bizlerin kurbanlarıdır diyebiliriz.
Kurban olarak sunduğumuz şeylerde, maddi ya da manevi fark etmez, “Kime? Neyi? Ne niyetle kurban ediyoruz?” soruları ehemmiyet arz eder. Çünkü amele doğrudan nüfuz eden, onu en ulvi dereceye yükselten ya da en süfli derekeye düşüren de bu sorulardır.
Kurbana sadece fıkhi bir terim olarak bakıp belli ritüel ve zamanlara hâsretmemek lazım. Gündelik hayatımızı kuşatan eylemlere baktığımızda, hayatımızda feragat ettiğimiz, bizim için önem arz eden her önceliğimiz, aslında bizlerin feda ettiği kurbanlarıdır. Nitekim gündelik hayatımızda saymakla bitiremeyeceğimiz nice kurbanlarımız var.
Tarihte kurban olarak sunulan şeylere baktığımızda, Hz. İbrahim’in en kıymetlisi olan İsmail’ini, Habil’in kurbanlıklardan en iyisini seçmesi, Abdulmuttalib’in gözbebeği Abdullah’ı kurban etmesi buna verilebilecek örneklerdir. Elbette ki “kurban”, yakınlaşma vesilesi olacak şey de, en çok gözünden sakındığın şey olacaktır.
Bunlara binaen şöyle söyleyebiliriz: Bedenini, zihnini, vaktini feda ettiğin her şey, senin paha biçilmez kurbanlıkların aslında. Peki, bunları en çok kimin için kurban ediyoruz?
Ömür sermayemizi tükettiğimiz, hiç bitmeyen işler, uğraşlar, sınavlar, koşturmacalar; beraberinde getirdiği stres, kaygı ve üzüntülerle geçen zamanlar, bizlerin dünya makam-mevki uğruna kurban ettiği saatler...
Gençliğimizin en nadide anlarını heba ettiğimiz sosyal medya, beğenilme-ilgi görme arzusu, gösteriş, bizlerin anlık hazlar uğruna verdiği kurbanlar...
Gafletle geçen, duyarsız, gamsız, hiç ölmeyecek gibi yaşama arzusu, elinde oyuncak olduğumuz nefsin uğruna adadığımız kurbanlar...
Daha da önemlisi, sadece durup baktığımızda, etrafımızda gözlerimizin önünde eriyen, tükenen-tüketilen, yetişemediğimiz milyonlarca gencecik körpe fidan, elimizden kayıp gidiyor. Yıllardır milyonlarca genci kurban olarak veriyoruz...Umutlarımızı,potansiyellerimizi kendi ellerimizle teslim ederek...Eğitim sisteminin, ahlaki erozyonun, yozlaşmış sistemin kurbanları olarak...
Ne de çok kurbanlarımız var? Sıralamaya kalksak, kurbanlar silsilesi uzayıp gider.Gördüğümüz gibi günümüz dünyasında, farkında bile olmadan vaktimizi, enerjimizi, duygularımızı hatta ideallerimizi bir çok şey uğruna kurban veriyoruz...Kimimiz kariyerin kimimiz toplumsal beklentilerin kurbanı oluyoruz. Peki şöyle soralım: Bütün insanoğlunun birilerinin güdümünde “kurban” olduğu bu çağda, “Sen neyin kurbanısın?” Eminim ki samimiyetle bu soruya verdiğimiz cevap, içinde olduğumuz hali resmetmeye yeter...
Mevlâ, bizleri rıza-i ilahi doğrultusunda, Hak yoluna kurban veren, Hak yoluna kurban olan bahtiyarlar zümresinden eylesin.
Bu temenni ve duygularla hepimizin bayramı mübarek olsun. Vesselam.