İlahi hitabın önerdiği ahlak, vicdan ve sorumluluk anlayışı, ne yazık ki artık bu coğrafyada etkisini yitirmiş gibi görünüyor. Modern kabile fanatizmine saplanmış, kimliğini salt aidiyetler üzerinden tanımlayan yapılar; ilahi seslenişin taşıyıcıları olma niteliklerini kaybetmiş durumda. İlahi ses artık bu temsiliyetini yitirmiş kimlikler üzerinden değil; kendine karşı duyarlı, özgün benlikler ve ilahi olanı yansıtacak kirlenmemiş gönül aynaları arıyor.
Bu ruhsal ve ahlaki kopuşun sonuçlarını sadece siyasal ya da toplumsal çürümüşlükle sınırlamak mümkün değil. Hukuki, entelektüel, vicdani ve ahlaki düzeyde yaşadığımız yozlaşma, Gazze’deki soykırım gibi küresel ölçekte vicdanları sarsan trajedilerle bile telafi edilemez. Zira biz, kendi sefaletimizle ve çürüme alanlarımızla yüzleşmeden sahici bir arınmaya ulaşamayacağız. Hiçbir dışsal olay, içsel çöküşümüzü örtbas edemez.
Bu noktada Allah-insan ilişkisine dair tasavvurumuzu da yeniden gözden geçirmeliyiz. İlahi iradeyle kurduğumuz ilişkiyi yalnızca bir efendi-köle modeliyle sınırlamak, bireyin psikolojisini korkuya dayalı, edilgen bir yapıya indirger. Bu tür bir ilişki, bireyin bilinçdışını besler; bastırılmış korkular, suçluluk duyguları ve özgüven eksikliği gibi ruhsal rahatsızlıklara zemin hazırlar. Sürekli ceza tehdidi altında yaşayan bir insan, sağlıklı bir benlik geliştiremez.
Oysa Allah-insan ilişkisi, bir öğretmen-öğrenci modeli üzerine inşa edilmelidir. Öğretmen, öğrencisini yalnızca bilgiyle donatmaz; onu düşünmeye, sorgulamaya ve kendini gerçekleştirmeye teşvik eder. Bu tür bir ilişki, sevgi, güven ve saygı temelinde yükselir. İnsan, Allah’la ilişkisini korkuya değil; anlam, hikmet ve merhamet arayışına dayandırdığında ruhsal gelişimi de sağlıklı bir biçimde ilerler. Korkudan doğan boyun eğmişlik değil; bilinçli bir bağlılık, sevgi dolu bir keşif süreci, insanı kendi hakikatine ulaştırır.
Dolayısıyla bu çağda ihtiyaç duyduğumuz şey, ilahi hitabı gerçekten taşıyabilecek ahlaki berraklıkta gönüller, vicdani duyarlılıkla donanmış benlikler ve öğretici bir bağlamda kurulmuş Allah-insan ilişkisidir. Aksi halde, ne kimliklerimiz ne de sözde temsiliyetlerimiz bizi hakikate yaklaştırabilir.