HÜDA PAR İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı”, iki gün süren oturumların ardından tamamlandı. Çalıştayda siyasetçiler, akademisyenler ve yazarlar çeşitli sunumlar gerçekleştirirken, Kürt sorununun çözümüne dair önerileri içeren sonuç bildirgesi yayımlandı.
Bildirgede Kürt meselesi, “sadece bir asayiş, şiddet veya terör sorunu değil; tarihi, siyasi, hukuki, sosyolojik, ekonomik, bölgesel ve uluslararası boyutları olan çok yönlü bir mesele” olarak tanımlandı. Çalıştayda, Kürt sorununun yalnızca güvenlik temelli yaklaşımlarla ele alınamayacağı, çözümün adalet temelli, insani ve İslami bir perspektifle geliştirilmesi gerektiği vurgulandı.
Bildirgede öne çıkan başlıca öneriler şunlardı:
-Asimilasyon ve inkâr politikalarının terk edilmesi,
-Kürtçenin anayasal güvence altına alınması,
-Anadilde eğitim hakkının tanınması,
-Geçmişte yaşanan devlet zulümleri için resmi özür dilenmesi,
-Yeni ve kapsayıcı bir anayasanın hazırlanması,
-Kürt meselesinin çözümünün siyaset zemininde aranması ve tüm tarafların barış ile adalet için sorumluluk alması v.b önemli konular ele alındı.
Adalet, toplumsal barışın ve özgürlükçü Bir geleceğin temelidir. Adalet olmadan ne bugünü ne de geleceği inşa edebilirsiniz.
Adalet, insanlık tarihi boyunca hem bireysel hem de toplumsal varoluşun en temel taşı olmuştur. Bir toplumda adalet sağlanmazsa, o toplumun özgürlük, refah ve barış içinde yaşaması mümkün değildir. Zira adalet, sadece hukukun uygulanması değil, aynı zamanda bireylerin, kimliklerin, inançların ve dillerin eşit derecede korunması anlamına gelir.
Kürt meselesi de, adaletin sınandığı en temel meselelerden biri olmuştur. Güçlü olanın haklı olduğu bir düzen, kısa vadede otoriteyi tahkim etse de, uzun vadede toplumları çöküşe sürükler. Tarih, adalet yerine güç eksenli yönetimlerin, eninde sonunda büyük toplumsal krizlere yol açtığını defalarca göstermiştir. Eğer bir toplum kendi içinde barışı sağlayamazsa, dışarıdan gelen hiçbir müdahale veya güç, o toplumu istikrara kavuşturamaz.
Sosyolojik olarak bakıldığında, adalet toplumsal bütünleşmenin ve sürdürülebilir bir barışın ön koşuludur. Eşit haklara sahip olmayan kesimlerin var olduğu bir toplumda özgürlükten ve kardeşlikten söz etmek mümkün değildir. Adaletin sağlanmadığı yerde, insanların kimliklerine, dillerine ve kültürlerine yönelik baskılar kaçınılmaz olarak bir toplumsal gerilim yaratır. Bu nedenle Kürt meselesi de ancak adaletin merkeze alındığı, özgürlükçü ve insan onurunu esas alan bir çözümle ele alınabilir.
Adalet, salt hukuki düzenlemelerle sınırlı değildir; aynı zamanda etik ve vicdani bir meseledir. Bugün Kürt meselesine dair konuşurken, yalnızca geçmişin hatalarını tartışmak yetmez; aynı hataların tekrar edilmesini engelleyecek kalıcı ve insani çözümler üretmek gerekir. Adaletin gecikmesi, zulmün sürekliliği anlamına gelir. Bu yüzden, meseleye günü kurtarma perspektifiyle değil, kalıcı ve evrensel bir adalet anlayışıyla yaklaşılmalıdır.
Bağımsız düşünce, medeni bir toplumun gelişimi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Toplumların temel taşlarını bağımsız düşünce kuruluşları oluşturur. Düşüncenin gelişimi beraberinde güzel olanı getirir.
Bu nedenle bu bildirgeye sahip çıkmak ve üzerine düşünmek büyük önem taşımaktadır. Çünkü toplumsal sorunlarımızın çözümü, ancak ortak bir akıl ve vicdan temelinde şekillenmiş, adalet eksenli bir yaklaşımla mümkün olabilir. Tarih boyunca gücün mutlak belirleyici olduğu toplumlarda adaletin geri plana itildiğini ve bu durumun uzun vadede büyük insani ve siyasi krizlere yol açtığını gördük. Bugün, aynı hataları tekrar etmeden, toplumsal barışı ve insan onurunu esas alan bir anlayışı hâkim kılma sorumluluğumuz var.
Ne yazık ki, Coğrafyamızda, bölgemizde bağımsız düşüncenin gücün gölgesinden çıkmakta zorlandığını ve çoğu zaman hukukun, ahlaki erdemlerin ve özgür düşüncenin, gücün tahakkümü altında şekillendiğini gözlemliyoruz. Oysa adil ve özgür bir toplumun inşası için hukuk, ahlaki değerler ve insan hakları, gücün belirleyiciliğinden bağımsız hale getirilmelidir.
İnsan davranışlarını üç temel motivasyon yönlendirir:
1. Haz verdiği için,
2. Yarar sağladığı için,
3. Değerli olduğu için,
Tarih boyunca, haz ve fayda odaklı yaklaşımlar çoğu zaman insani ve ahlaki olanın karşısında yer almıştır. Oysa kalıcı barış, adalet ve toplumsal huzur, ancak değerli olanın önceliklendirildiği bir anlayışla mümkün olabilir.
Ayrıca, bir fikrin kimin tarafından söylendiğine odaklanmak, insanın en ilkel reflekslerinden biridir. Oysa medeni,insani ve gelişmiş toplumlar, kimin söylediğinden çok ne söylendiğine odaklanarak ilerler. Eğer birlikte özgürce ve adil bir şekilde yaşayacaksak, fikirlerin kişiler üzerinden yargılanmadığı, içeriğin ve çözüm odaklı yaklaşımların esas alındığı bir toplumsal olgunluğa ulaşmamız gerekmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, HÜDA PAR’ın Kürt meselesine dair sunduğu bildirge, hem insani hem de İslami bir perspektifi yansıtmaktadır. Rasyonel olan da budur. Bu yaklaşım birlikte yaşamı ve geleceği vadediyor. Bu coğrafyada eşit ve onurlu bir birliktelik kurabilmek ve yeni bir medeniyet yürüyüşüne çıkabilmek için, adalet ve özgürlük temelinde şekillenen her türlü çabaya sahip çıkmak gerekmektedir.
Biz, değerli olanın dile getirilmesi ve korunması gerektiğine inanıyor, herkesi bu bildirgeye sahip çıkmaya çağırıyoruz. Çünkü geleceğimizi ancak ortak akıl, vicdan ve adalet temelinde şekillendirebiliriz.