Yeryüzünde tarihin belli dönemlerinde vahiy mızrakların ucunda büyük bir istismar aracı haline getirilmiştir. Uzun zamandır yalnızca inanç topluluğu olarak değil, aynı zamanda siyasi güç odaklarının uzantısı haline gelmiş olan dini mübini islam, dönemin hükümetlerinin sömürgeci efendilerine hizmet eden politikalarının birer parçası haline getirilmiş, çoğu zaman adalet arayışını gölgeleyen bir işleve üstlenilmiştir.
Halklara yön verme iddiasındaki dini yapıların çoğunluğunun bu istismarın gölgesinde maruz kaldıkları baskı, sömürü ve zulüm karşısında peygamberi bir duruş sergilemeleri gerekirken, tam tersine haksızlığa boyun eğdiklerine şahit olduk.
Bu sessizlikleri tesadüfi değildi elbette. Çünkü büyük bir çoğunluk, örtülü ödeneklerden beslenmişti. İktidarların sunduğu imtiyazlarla zenginleşmiş ve menfaatlerinin devamı için suskun kalmayı tercih etmişlerdi. Oysa İslam, adaletin, hakkın ve mazlumun yanında durmayı emreder. Müslüman kimliği, güçlünün yanında saf tutmayı değil, zayıfın, ezilenin ve sömürülenin sesi olmayı şart koşar.
Dinin siyasal çıkarlar uğruna araçsallaştırılması sadece ahlaki bir yozlaşma değil, aynı zamanda dini açıdan da büyük bir sakıncadır. Kur’anı Kerim’de Cenabu Allah şöyle buyurur:
"Ve hakkı bâtılla karıştırmayın, bile bile gerçeği gizlemeyin." (Bakara 2:42)
Bu ayet, hakikati gizlemenin, adaletsizliği meşrulaştırmanın ve dini menfaat için kullanmanın ne denli büyük bir günah olduğuna işaret eder. Dini değerleri iktidar aracı haline getirenler, sadece insanlara değil, inancın özüne de ihanet etmiş sayılmaktadır.
Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v.) hayatı boyunca zalimlere karşı durması, adaleti savunması ve güçsüzlerin sesi olması bu konuda açık bir örnektir.
Bugün halihazırda gerek küresel ve gerek bölgesel bazda bir suskunluk hakim. Bölgemizde, yanı başımızda Suriye ve Gazze’de yaşananlar menfaat üzerine kurulu bir sessizlik değil midir?
Suriye’de yaşananlar, sadece bir iç savaş ya da bölgesel çatışma değildi; aynı zamanda vicdanların sınavıydı ve bu sınav devam etmektedir. Esad rejimini devirmek bahanesiyle oluşturulan cihatçı yapılar, aslında başka güç odaklarının taşeronları olarak sahneye sürüldüler. Bu süreçte, milyonlarca insanın hayatı altüst edilirken, dünya devletleri ve hükümetleri kendi jeopolitik hedeflerini gerçekleştirdi, dünyadaki ve bölgemizdeki bir çok İslami camia ve tarikat yapılanması ise bu vahşetin sessiz tanıkları oldu. Tevhidi hareketler çok yara aldı.
Gazze’nin maruz kaldığı zulümde de benzer bir ikiyüzlülük hakim ve aynı şebekenin ürünü. "Gazze düşerse ümmet düşer" diyenler, aynı dönemde İsrail ile ticari ilişkilerini sürdürülmesine sesleri çıkmadı. İsrail Golan tepelerinin tamamını işgal etti. Şam’a tepeden bakıyor. Bu bir çelişki değil midir? Bu çelişki, sadece siyasi bir tutarsızlık değil, aynı zamanda ahlaki bir iflastır. Gazze bugün düştü ve Amerikan simsarlarının üzerinde tepindiği bir alana dönüştü.
Gazze’nin bir gayrimenkul olduğunu iddia edip bu iddialarını gerçeğe dönüştürmeye çalışanlar ile gücü elinde bulundurup biçare olduğunu iddia eden sessiz yöneticiler arasında herhangi bir fark var mıdır?
Kadın, Emek ve Sessizliğin Bedeli
Suriyeli kadınların, gerek ülkemizde ve gerek diğer ülkelerde yaşadıkları sıkıntıların ve mağduriyetlerin haddi hesabı olmadı, emekleri sinsice sömürüldü, yoksullukla boğuşan insanlar köle ücretlerine mahkum edildi ve bütün bu zulümler olurken yine kimseden ses çıkmadı.
Ülkemizde aile yapısını çökerten yasal düzenlemeler, LBGTQ+ politikalarına dair tartışmalar, gençliğin mafya ve suç çeteleriyle iç içe geçmesi gibi pek çok konuda da aynı suskunluk hâkim.
Bu sessizlik, sadece çıkar kaygısından değil, aynı zamanda ahlaki bir çürümeden besleniyor. Çünkü vicdanları susturulmuş bir toplum, adaletin de, merhametin de sesini duyuramaz.
Yargı, Adalet ve Ahlaki Çöküş
Yargının adaletsiz kararları, deprem sonrası sefalet koşulları, sağlık skandalları ve siyasi ahlaksızlıklar karşısında da bir çok dini yapıdan ve bir itiraz yükselmedi. Çünkü hepsi kurdukları çıkar ağlarını kaybetmemek için suskun kalmayı tercih ettiler.
Ancak unutulmamalıdır ki tarih, susanları değil, konuşanları yazar. Bugün gücün yanında saf tutanlar, yarın menfaatleriyle birlikte onurlarını da kaybedeceklerdir.
Bu minvalde dinin politik çıkarlar uğruna araçsallaştırılması, toplumu ahlaki bir çöküşe sürükler. Oysa İslam’ın özü, adalet ve merhamettir. Hakikat, çoğu zaman sessizlikten daha güçlüdür. Menfaat ilişkileri geçicidir; fakat onurlu bir duruş, insanın en kalıcı mirasıdır.
Bugün susanlar, yarın konuşmak istediklerinde artık çok geç olabilir. Çünkü hakikat er ya da geç ortaya çıkar, ama kaybedilen vicdan bir daha asla geri gelmez.
Kaleminize sağlık çok önemli konulara değinmşsiniz. Düşünceleriniz bize ışık olur inşallah
Karanlık ta söylemeye cekindiginiz şeyleri birgün çatılarda haykiracakgiz