Gazze’de çocuklar vahşice katlediliyor...
Anneler, babalar...
Kardeş, bacı...
Dedeler, nineler...
Ölüyorlar ve öldürülüyorlar.
Bir halk yok ediliyor.
Aç, sussuz ve perişanlar.
Yürekler paramparça.
Çok acı sahneler.
Ancak, bu sahneler artık dünya toplumları için neredeyse sıradan bir haber değeri taşır oldu.
Çünkü bilgi çağının getirdiği en büyük ironi, insanların acılara karşı duyarsızlaşmasıdır. Bir yanda teknolojik ve bilimsel ilerlemelerle insanlık tarihinin en "aydınlık" dönemine ulaşırken, diğer yanda bu aydınlık, insanın etik ve ahlaki derinliğini karanlıkta bırakıyor.
Gazze’de çocuklar ölüyormuş; kimin umurunda?
Yapılan araştırmalar ve bilimsel verilere göre, savaşların etkilediği bölgelerde çocukların ölümlerinin %60’ı doğrudan çatışmadan değil, yetersiz beslenme, soğuk, kirli su ve bulaşıcı hastalıklar gibi önlenebilir nedenlerden kaynaklanıyor.
Oysa bugün insanlık, Mars’ta koloniler kurmayı konuşuyor; ancak dünyanın en temel sorunlarını çözme konusunda adeta çaresiz veya kayıtsız.
Açlık, yoksulluk ve savaşın birleştiği bu alanlarda, çocuklar sadece fiziksel olarak değil, psikolojik ve bilişsel olarak da yok oluyor.
Nörobilim araştırmaları, travma altında büyüyen çocukların beyin gelişimlerinin geri kaldığını ve bu durumun bir nesli, hatta daha fazlasını etkileyebileceğini gösteriyor.
Ama yine de, "kimsenin umurunda değil."
Kimin umurunda Kürd’ün, Türk’ün, Arap’ın, Acem’in ya da Hristiyan bir çocuğun ölümü?
Ulus devletlerin sınırlarla belirlediği insan değerleri, etik evrenselliğin önüne geçiyor.
Felsefi olarak, bu durum Emmanuel Levinas’ın "öteki" kavramına karşı duyarsızlaşmanın en çarpıcı örneklerinden biri.
Başka bir bireyin acısını görmezden gelmek, insanlık açısından bir etik çöküşü ifade eder.
Bir tarafta Noel kutlamaları, ışıklar ve eğlenceler; diğer tarafta soğuktan donarak ölen çocuklar...
Toplumun kolektif bilinci, kutlama ve tüketim kültürüne hapsolmuş durumda.
Felsefi açıdan bakıldığında, Hannah Arendt’in "banalite of evil" (kötülüğün sıradanlığı) kavramı burada devreye giriyor. İnsanlar, sistemin çarklarına kapılıp kötülükleri görmezden gelmeye alışıyor. Sıradan bir duyarsızlık, aslında devasa bir ahlaki çöküşün parçası haline geliyor.
Gazze cayır cayır yanıyor.
Kimyasal silahların, varil bombalarının gölgesinde Ortadoğu’nun mazlumları, birer istatistikten ibaret.
Oysa her bir istatistik, yok edilen bir hayat, bir gelecek, bir hayal demek. İnsanlık tarihinin en acı ironilerinden biri de, savaş teknolojilerinin, barışı tesis edecek teknolojilerden daha hızlı gelişmesidir.
"Ateş düştüğü yeri yakar" derler. Ancak modern çağda bu ateş, küreselleşme sayesinde hepimizi bir şekilde etkilemesi gerekirken, insanlık giderek daha fazla bireysel kabuğuna çekiliyor.
Psikoloji, bu durumu "bilişsel uyumsuzluk" olarak tanımlar. İnsanlar, dünya üzerinde yaşanan acıları düşünmek yerine, kendi rahatlıklarını ve rutinlerini sürdürmeyi seçerler; çünkü aksi takdirde bu acılarla yüzleşmek, bireyin kendi sorumluluğunu sorgulamasını gerektirir.
Maneviyat ise bu tabloda nereye düşer?
Üç ayların başlangıcı, Noel’in bayramı…
Dinlerin özünde yer alan merhamet, adalet ve dayanışma gibi evrensel değerler, sembollerle gölgeleniyor. Sembollerin içi boşaltıldığında, maneviyat, yalnızca bir ritüelden ibaret kalıyor. Nietzsche’nin "Tanrı öldü" söylemi, aslında modern insanın, bu değerleri yaşama geçirememesinin bir metaforu değil midir?
Neyleyim üç ayların maneviyatını, eğer Gazze’ye merhem olamayacaksa?
Bana ne Noel’den, eğer mazlumlara umut ışığı taşımayacaksa?
Felsefi olarak, zincirleri kıramayan bir maneviyat, Spinoza’nın "zincirlenmiş özgürlük" dediği durumu yaratır.
İnsan, sadece ritüellerle kendini özgür hissetse de, aslında içinde yaşadığı düzenin zincirleri altında ezilir. Gerçek maneviyat, eyleme dönüşen bir merhametle anlam kazanır.
Amel yapay, maneviyat yapay…
Teori yapay, pratik yapay…
Her şey tomar tomar dolar olmuş.
Ve insanlık, kapitalizmin derin dehlizlerinde anlamını yitirir hale gelmiş.
Son olarak, yapay zekanın bile bu durum karşısında şaşkın olduğu bir dünya var karşımızda...
Yapay zekayı etik kodlarla donatıyoruz, ama kendimiz bu kodları görmezden geliyoruz.
Bir çocuğun gözyaşı, felsefi olarak insanlık için bir uyarıdır. Onların ölümü, yalnızca fiziksel bir kayıp değil; aynı zamanda insanlığın vicdanının ve ortak geleceğinin yitimidir.
Neyleyim dünyayı, huriyi, sarayı, çocuklar öldükten sonra?
Teşekkürler Mahmut hoca.