İbrahim dört yaşındayken babası çalıştığı inşaatta geçirdiği biz kaza sonucunda vefat etmişti. Fakir bir aileydiler, büyük bir avlulu evde beş kiracı birlikte oturuyorlardı. Geçimlerini zaten zor yapıyorlardı, babası ölünce daha da zorlaştı hayatlar. Kıt kanat geçiniyorlardı. (Zorluk içinde yaşadıklarını gören eş-dost annesine evlenmesini teklif ettilerse de, genç kadın;
-Ben İbrahim’imi üvey baba eline bırakmam, demişti ve çocuğuyla tek göz odada kaderine razı olmuştu.)
İbrahim’in babasının öldüğü duyulunca mahalleli hemen muhtar Salim Dayının emriyle bir araya gelmiş, cenaze işlerini üstlenmiş, herkes işin bir ucundan tutmuştu.
Mutlu günde acı günde bir araya gelip, el ele vermek kadim mahallelerin adetlerindendi. Ya muhtarın gözetimin de, ya da mahallenin ileri gelen bir büyüğünün emriyle hareket ederlerdi. Büyüğün her sözünü emir belleyip, hemen yerine getirilirdi.
Mahallede düğün, sünnet olduğunda herkes işe soyunur, kendi düğünüymüş gibi çalışırdı. Mahallede hangi evin avlusu büyükse, düğün ve taziyeler orada yapılır, ev sahibi kendi işiymiş gibi ilgilenirdi.
Mahalleden biri vefat ettiğinde o gün mahallenin erkekleri işe gitmez, hemen cenaze işlerine başlarlardı. Üç gün taziye yapılır, mahalleli cenaze sahibine üç gün yemek yapar, taziyesinde oturur, cenaze sahibinin acısına ortak olurdu. Mahallede varsa düğün iptal olunur, bütün eğlence işleri ertelenirdi. Taziye evine giden kadınlar takılarını evde bırakır, ya da takılarının üzerini bir bezle kapatırlardı. Hiçbir evden müzik sesi yükselmezdi. Cenaze sahibinin yasına-acısına ortak olunurdu.
Mahallede maddi durumu iyi olmayan varsa, durumu iyi olanlar mahalle büyüğünün aracılığıyla eksikleri giderilirdi.
İbrahim’in annesi elişleri yaparak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Komşular da yardımcı olmak için ihtiyaçları olmasa da ona elişleri siparişi veriyorlardı.
İbrahim beş yaşına geldiğinde annesi, boynuna bir cüz çantası asıp, elinden tutarak mahallenin hocasına götürdü.
Mahalle hocaları her mahallede mutlaka olurdu. Bu ilk mektep, okumaya atılan ilk adımdı. Büyümeye açılan ilk kapıydı çocuklar için.
İbrahim, hocadan artan vaktini sokakta yaşıtlarıyla oyun oynayarak geçiriyordu.
Halil usta dükkânına gitmek için evden çıktığında, İbrahim’i arkadaşlarıyla kapı önünde oynarken gördü. Çocuklardan biri oyunda mızıkçılık yapıp, ebe olmayı kabul etmeyip, İbrahim’i iteleyip kakıyordu. Halil usta hemen araya girip, İbrahim’in elinden tutarak;
-Anay evde mi İbrahim? Dedi.
-He. Evde, dedi İbrahim. Halil usta İbrahimle el ele gidip sokak kapılarını çalıp, içeriye doğru seslendi;
-Zelixa baco biy bax hele. Deyip, kapıdan birkaç adım geriye çekilerek beklemeye başladı. İbrahimin annesi Zeliha Hanım, üstüne başına çeki düzen verip, yaşmağını düzeltip, bürüklenerek, sokak kapısının arkasına geçerek, kapıyı yarım açtı. Komşuları Halil ustayı görünce tanıdı. İbrahimin elinden tutuğunu görünce merak etti;
-Xerdir işallah Helil kardaş. Dedi.
-Xerdır baco, xerdir. İbrahimi artık böyümüş zuvaxlarda kalmasın. Benim biy şegirde ihtiyacım var. Seni de münasip görisense artık yanımda çalışsın deyyem.
-Xelıl kardaşım sen ele düşünmüşsense münasiptir. Eti seni, gemiği benim. Köley olsın. Halil usta, İbrahimin elini bir baba şefkatiyle tutup yürüdü. Yüksek duvarlı daracık sokakları geride bırakıp, kelleçi çayınadan, velibey hamamının önünden, Köroğlu kahvesini geçip, kavafhanenin güney kapısından girip, terzilerin makine sesleri arasından geçip, batı kapısından kaçakçı pazarına çıkarak, meçek hanına girdiler. Halil ustanın terzi dükkânı hanın ikinci katındaydı. Tarihi hanın taş merdivenlerini el ele birlikte çıkıp, tahta kapısı olan küçük bir dükkânın önünde durdular, Halil usta İbrahimin elini bırakıp, pantolonunun sağ arka köprüsüne ince bir zincirle bağlı olan anahtarı arka cebinden çıkararak “bismillah” deyip, kapıyı açtı. Yana çekilerek, eliyle dükkânın içini göstererek;
-Buyrın İbrahim usta, bından soyra bırası seni tükeni. Bismillah söle, sağ ayağıdan gir. İbrahim ayaklarına baktı. “bismillah” diyerek içeri girdi. Ardından Halil usta “ya fetteh, ya Rezzak” diyerek girdi içeriye.
Halil usta, yıllar önce bu handa çırak olarak başlamış terzilik mesleğine, çıraklık, kalfalık derken, mesleğinde iyi bir usta olmuş, askerden sonra da tekrar aynı ustanın yanında devam etmiş, ustası vefat edince, dükkânı devralıp ustasının aratmayan meslek ehli olmuştu. Halil usta, meslek ahlakına saygı duyan, para kazanmaktan çok müşteri memnuniyetini destur edinmiş, komşularıyla yardımlaşan, insan olmanın verdiği sorumluluğu taşıyan, hoş sohbet bir insandı. Esnaf içinde sevilen, sözü dinlenen, komşular arasında çıkan anlaşmazlıkları, tartışmaları tatlıya bağlayan hatırı sayılır bir esnaftı.
Halil usta, hanın girişinde bulunan çay ocağının yerini İbrahime gösterdi. Çay lazım olduğunda oradan söyleyecekti. Su lazım olduğunda hanın ortasındaki çeşmeden getirecek, süpürgenin, çöp sepetini yerini gösterdi, komşunun çırağı geldiğinde de tuvalet ihtiyacı olursa gümrük hanındaki tuvaletlerin yerini öğrenmesi için birlikte gönderecekti. Günler göçüp gidiyordu. İbrahim işe de, dükkâna da, uyum sağlamış, sabah gelir gelmez süpürgeyi alıp dükkânı süpürüyor, suyu tazeliyor, dikiş makinesinin tozunu alıyor, masanın üzerini düzenliyor, mezurayı, cetveli yerine kaldırıyor, makası masanın üzerine düzenli koyuyor, müşteri gelince hemen oturduğu kürsüden kalkıp yer gösteriyor, ustasının vereceği emirleri gözünün içine bakarak bekliyordu. Ustası “İbrahim bize çay söyle” deyince, hemen yerinden fırlıyor, koşarak çay ocağına inip çayları söylüyordu. Komşu çıraklarıyla arkadaşlık kurmuş, çırağı olmayan komşuların da işlerine koşuyordu. Akşam olunca dükkânı kapatıp ustasıyla birlikte eve gidiyorlar, sabah da erkenden hazırlanıp, ustasının seslenmesiyle hemen sokak kapısına çıkıp birlikte dükkâna geliyorlardı.
İlk haftalığını aldığında, yüzüne bir tebessüm yayılmış, kalbi pırpır etmişti. Para kazanmanın verdiği gururu yaşıyordu. Haftalığını annesine verdiğinde. Kendini büyümüş, erkek olarak görüyordu artık. Annesi, İbrahim’in ilk haftalığıyla ona bir kumbara aldı, kalan parayla da onun mahalle arkadaşlarına bakkaldan şeker alıp dağıttı. Bu eskiden beri gelen bir adetti. Çocuğun ilk haftalığıyla bir şeyler alınıp, mahalle arkadaşlarına dağıtılırdı. Böylece çocuk paylaşmayı öğrenmiş olurdu.
İbrahim aldığı haftalığını doğruca annesine veriyor, annesi de ona haftalığından harcık verdikten sonra kalanını kumbaraya atıyordu. Dükkâna gelen müşteriler elbiselerini alıp ustasının parasını verdikten sonra da İbrahim’e bazen bahşiş veriyorlardı. Bazı günler birkaç müşteriden bahşiş aldığı oluyordu, o gün İbrahim’in keyfine diyecek yoktu. Akşam olunca hemen aldığı bahşişleri kumbarasına atıyordu. Parayı kumbaraya attıktan sonra, eline alıp tartıyor, ne kadar ağırlaştığı anlamaya çalışıyordu.
Halil usta kumaştan bir cüz çantası dikmiş, elifba cüzünü çantaya yerleştirmiş, İbrahim’in boynuna asarak, elinden tutup cami hocasının yanına götürmüş, hocayla bir şeyler konuştuktan sonra İbrahim’e “ bundan sonra dükkândaki işin bitince buraya gelip hocadan ders alacaksın. Dersin bitince doğru dükkâna geleceksin” deyip, İbrahim’i hocanın yanında bırakıp dükkâna döndü. İbrahim ustasının ardından, babasının ardına bakar gibi baktı. O günden sonra İbrahim düzenli olarak hocaya da devam etti. Babasının yokluğunu ustasının şefkatli davranışlarında gideriyordu. Halil usta da evlat yokluğunu İbrahim’le dolduruyordu.
Halil ustanın çocuğu olmamış, bir süre doktorlara gitmiş, türbeleri dolaşmışlar, olmayınca “tekdiri ilahi” deyip, kaderlerine razı olmuşlardı. Şimdi İbrahim’i evladı yerine koymuştu. Evladı gibi sevip gözetiyordu. Bayramda kendi elerliye ona elbise dikiyor, yeni ayakkabı alıyor, bayram haçlığını cebine koyuyordu. İbrahim de ustasının bir dediğini iki etmiyordu.
Günler ucuca eklenip giderken, Halil ustanın işleri ters gitmeye başladı. Borçlanmak zorunda kaldı. Borçlarını zamanında ödeyemez oldu. Daha önce de sıkıntıları olmuştu amma bu sefer başkaydı. Üzülüyor, geceler uykusu kaçıyordu. Komşular dükkâna geliyor, Halil usta onlarla istişare yapıyor, ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını konuşuyorlar, yılların ustasının sıkıntısını gidermeye çalışıyorlardı.
İbrahim, ustasının sıkıntısını görüyor, üzülüyordu. Ustasının dalıp dalıp gittiğini görünce içinden bir şeyler kopup, boğazına takılıyor, gözleri doluyordu.
Bir sabah ustasını beklemeden evden çıkıp dükkâna gitti, dükkânın önünde ustasının gelmesini bekledi. Ustası eve uğramış, annesi erkenden çıktığını söyleyince şaşırmıştı. Yıllardır hep birlikte dükkâna giderlerdi. Halil usta dükkâna geldiğinde onu dükkânın önünde gördü. Niye kendisini beklemediğini sordu. İbrahim başını yere eğdi, sustu. Halil usta da üstelemedi. Dükkânı açıp, içeri girdiler. Halil usta basanın başına geçince, İbrahim koynunda sakladığı kumbarasını çıkarıp ustasının önüne bıraktı. Halil usta “ ne bu” der gibi bir kumbaraya, bir İbrahim’e baktı. İbrahim;
-İçinde çox para var. Kaldır bax, çok ağır. Seni olsın. Bınınla borçlarıyı ver. Halil ustanın gözleri doldu. İbrahim’in küçük ellerini avuçlarına aldı. Bir babanın evladına sarıldığı gibi sarıldı ona…