Bizim sokaklarımız güzeldi. Üzerlerine türküler yakılırdı. Kara parke taşlarıyla döşeli, ince uzun yollardı. Yüksek taş duvarlardan sokağa doğru bakan asma ağacımız; çatlamış narlarımız, pembe-beyaz açmış zakkum çiçeklerimiz, kafesli pencereden bakan utangaç kızlar gibi sokağımıza bakarlardı. Haclı kapı, enikli kapı, tahta kapılarımız vardı. Kapıların önünde binek taşı, köşelerinde soluk taşı, duvarlarında tarihi çeşmeleri olan güzel sokaklarımızdı.
Bu daracık sokaktan geçen bir kadın, sokağın diğer başından gelen bir adamı gördüğünde hemen yüzünü duvara döner, hicapla adamın geçmesini beklerdi. Adam kadını görünce karşı duvarın dibinden başı önünde hızlı adımlarla, edeple geçip giderdi…
Eskiden;
Evin babası öldüğünde, çadırın orta direği göçmüş, evin tadı-tuzu kaçmış, haneye bir yetimlik çökmüş olurdu. Evin büyük oğlu varsa babanın görevini yüklenir, sorumluluk alırdı. Büyük çocuk yoksa anne; babanın ceketini her zamanki yerine asar, ceketin cebinde devamlı para bulundururdu. Çocuklar para istediğinde “ Babanızın ceketinin cebinden alın” der, babanın varlığını çocukların yüreğinde taze tutarak evde eksikliğini hissettirmezdi…
Eskiden;
Günlük hayatımız çok sadeydi. Eşyamız az, huzurumuz boldu. Resim albümlerindeki fotoğraflarımız siyah-beyazdı velâkin hayat çok renkliydi.
Albümlerdeki fotoğraflara baktığımızda kızlarımızın saçları taralı, uzun saçlılar örgülü, kısa saçlılar da kurdeleli, giyimleri düzgündü. Anneler, hanım hanımcık çocuğunu kucağına almış, yüzünde ciddi ifadesiyle oturuyor. Babalar, gömleklerini son düğmesine kadar kapatmış; ayakta duruyorsa ellerini asker gibi yanlarına bırakmış, oturuyorsa diz çökmüş, elleri dizlerinin üzerinde, resimlerine bakanlara karşı edep ve saygı içerisinde olurdu… (Şimdiki şımarık kızlar gibi resim çekilirken dudaklarını maymun k*çı gibi yapmış, ciddiyetten uzak resimler albümlerde bulunmazdı.)
Eskiden;
Düğünlerimiz en mutlu günlerimizdendi. Oğlan evlendirme, kız isteme, nişan merâsimi, aspap arkası, düğün vs. gibi etkinlikler yapılırdı.
Düğünlerimiz öyle bir servet fiyatına tutulan düğün salonlarında olmazdı. (Zaten o zamanlar Urfa’da düğün salonu da yoktu.) Mahallede avlusu büyük olan komşumuzun evi; bazen düğün salonu, bazen sünnet şöleni yeri, bazen taziye evi olurdu.
Kadın-erkek eğlencesi ayrı yerlerde olurdu. Erkeklerin düğününü kadınlar damlardan izlerdi. Değnek oyununda, ya da hoyrat söylendiğinde kadınlar zılgıt çalarak oyuncuları ve hoyrat okuyanı teşvik ederdi.
Kadınlar kendi aralarında eğlenir ya da sazcılar çalar, onlar kadın kadına eğlenirlerdi.
Şehirlilerin düğününde ince saz olurdu. (Cümbüş, keman ve darbuka) kadınlarla sazendeler arasına perde gerilirdi. Sazendeler kadınları, kadınlar da onları görmezlerdi. O zamanlar genelde âmâ ermeni mıtırıp (müzisyen) vatandaşlarımız düğünlerde tercih ediliyordu. Şimdi ki gibi herkes bir salona toplanıp maaile kol kola, karşılıklı zıplayıp tepinmez, dolarlar havada uçuşmaz, altına gelin (!) takılmaz, herkes birbiriyle yarışmaz, görgüsüzlüğün zirvesine çıkılmazdı. Üç cuma “gelin göre” yapılır, herkes o gün “hayırlı olsun”a gider, bütçesine göre hediyesini götürürdü…
Eskiden;
Camiler bulundukları mahallenin/semtin huzur kaynağıydı. İnsanlar işlerini, vakitlerini minareden yükselen ezan sesine göre ayarlardı. Birisi, biriyle buluşacağı vakit “öğleden önce/ ikindiden sonra” gibi zaman belirlerlerdi. Zaman, okunan ezana göre belirlenirdi.
Çocuk, ilk islâmî bilgileri mahalle camii imamından alırdı.
Yeni doğan çocuğa isim mi koyulacak? Cami imamından ricâ da bulunulurdu.
Hasta mı var? Yasîn okusun diye camiden hoca çağrılırdı.
Birinin sıkıntısı mı var? Cami imamından faraçlık duası okuması istenirdi.
Mahallede ölü mü var? En yakın camiden tabut ve nakış tahtası getirilir, cenazenin yıkanması için hoca hazır bulunur ve cenaze camiye götürülürdü.
Sahipsiz bir yaşlı, kimi-kimsesi gidecek yeri yoksa camiye bırakılırdı. Bir sebepten ötürü bakılmayan/istenmeyen çocuk camiye bırakılırdı. İmam efendi onu uygun bir hayır sahibine evlatlık verirdi.
Camilerimiz güven limanıydı. Hocalarımız saygındı.
Şimdi camilerimize kamera takar olduk…
Eskiden;
Söz senetti. Şimdi noter var.
Eskiden;
“Komşu komşunun külüne muhtaçtı” şimdi komşuluk yok.
Zenginlik yoktu, yokluk vardı. Şimdi zenginlik var, huzur yok.
Eskiden;
Evet, eskiden biz ne güzel insanlardık.
Sahi, bize ne oldu?