Okullar açıldığında öğretmenlerimiz elimize uzun bir kırtasiye listesi verir, babalarımızla günlerce o listeyi tamamlamaya çalışır, ammâ tamamlayamazdık.
Kitaplarımızı, defterlerimizi gazete kâğıtlarıyla kaplardık.
Okulumuz sobalıydı. Sobanın yakıldığı çok nâdir olurdu.
Sınıfta “Temizlik Kolu” vardı ve sınıfımızın temizliğini kendimiz yapardık.
Sınıfımızın çatısı damlardı; ıslanmasınlar diye tahta sıralarımızın durmadan yerlerini değiştirirdik.
Tebeşir parası öğrencilerden toplanır, para getirmeyen öğrenciler cezâ olarak kara tahta önünde tek ayak üzerinde durdurulurlardı.
Islatılmış nohut ve fasulyelerle tahta sıralarımızın üzerine alıştırma yazıları yazardık.
Sınıfımızın dışarı bakan camları beyaz boya ile boyalıydı.
Bir sırada üç arkadaş otururduk. Sınıflarımız 40-50 kişilik sınıflardı.
Okul ne kadar uzak olursa olsun, servisimiz yoktu.
Beslenme saatlerimiz yoktu. Amerikalı müttefiklerimizin gönderdikleri süt tozları vardı.
Yerli Malı Haftası kutlardık, hiçbir yerli malı haftasında muz getiren arkadaşımız olmadı.
Beden eğitimi dersinde hiç eşofman giymedik, okul kıyafetlerimizle yakan topu oynadık.
Şimdiki gibi sınıflar kışın doğalgaz ısıtmalı, yazın klimalı soğutmalı, pencereleri güneşlik perdeli değildi
Okullar açıldığında kitaplarımız, tabletlerimiz sıralarımızda bizleri beklemiyordu.
Öğretmenlerimizin bir kısmı okuldan sonra semt pazarında limon satardı.
Hiçbir öğretmenimizin özel otomobili yoktu.
Akıllı tahtamız yoktu, ammâ adam yetiştirmeye kendini adamış fedakâr öğretmenlerimiz vardı.
Ve onların yetiştirdiği imânlı, vatan millet sevgisi olan; dolarla, kurla işi olamayan öğrencileri vardı…