İstesek de istemesek de ömür sermayesi hızla tükeniyor.
Ölüm hakikati herkese gelecek ve kişinin dünyası değişecek bir anda.
Kimi sevinçli, kimi tedirgin olacak, ancak iş işten geçmiş, geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olacak.
Sahi neydi o dünya'da alıp veremediğimiz?
Neydi o hırs ve intikam duygusu? Kin ve nefret hastalığı?
Neydi o gıybet bağımlılığı, nefsim de dahil olmak üzere, gıybet çerez olmuştu insanların dilinde.
Neydi o mal sevdası? Hem de Allah’ın yarattığı cana kıyacak kadar canileşerek insanlık ve merhamet duygusunu çöpe atma pahasına.
Neydi o baş döndüren zenginlik arzusu? Neydi o hayal etmekten öte geçmeyen idealler?
Evimiz bize dar gelmişti. Daha geniş bir eve geçmek ya da araba modelini yükseltmek için krediye başvurmuştuk. Hiç düşünmemiştik ya da hesabımıza gelmiyordu faizin Allah ve Rasulüne harp ilan ediyorum demek olduğunu.
Kiraları yükseltmek için yarışa girmelerimiz, benim evim şu kadar eder, arabam bu kadar eder deyip dururken deprem yakalamıştı bizleri 6 şubat, saat 04 sularında. Oysa pazartesi günü yapacaklarımız vardı. Planlarımız, düşüncelerimiz hep kendini korkuya ve paniğe vermişti. Sahi neydi o dehşetli gün? Kıyamet provasını aratmıyordu adeta.
Fakat ders alabildik mi bilemiyorum? Sanki ders çıkaranlarımız çok nadir. Çünkü kiralar fahiş arttı. Satılık evlerin fiyatları uçtu. Yaz aylarında bayanların büyük bir kısmı yine Allah’ın istediği gibi değilde şeytanın istediği gibi giyinmeye devam etti.
Peki ne zaman akıllanacaktık?
Sayıları az da olsa namaz kılmaya başlayanlar, ortalık sakin olunca yeniden bıraktılar. Ve maalesef depremle sarsılanların çoğu zaten hiç namaz kılmaya başlamadı bile.
Kendimize gelmemiz gerekmez mi?
Sahi namazı; neden hep sonra kılarım diye erteliyorduk? Neden oruç tutmuyorduk? Sağlığımız elverdiği halde, neden iyilik etmekte başkasıyla yarışmıyorduk?
Kahve köşelerinde oyun oynamak, hele işin içine kazanma, bahis girince daha bir eğlenceli oluyordu öyle değil mi? İçki, kumar şeytan işi birer pislikti oysaki ayeti kerimenin bildirdiğine göre.
Neydi o haset bataklığı?
Haset etmek Müslümana yakışmaz oysa.
Haset ettiniğinde hasetçinin hasedinden Allah’a sığınırız. (Felak süresi)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hasetten sakınılması hususunda şöyle buyurmuştur; “Hasetten sakının. Çünkü ateşin odunu yakıp tükettiği gibi haset de iyi amelleri yakar, bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44; İbn Mâce, Zühd, 22), Haset eden, kıskançlık duygusu ile harekete geçip zarar verirse kul hakkına sebep olur.
Neydi o cimrilik hastalığı? Oysa Allah cimrileri sevmezdi.
İnsan ideallerini düşünürken, ölüm kendisini yakalayacak ve yeni bir hayata başlamak üzere sevkedecek.
Bakınız Cenâb-ı Allah Kur’an-ı Kerimininde bizi nasıl uyarıyor;
“Ey insanlar! Rabbinize saygısızlıktan sakının; hiçbir babanın evlâdından fayda göremeyeceği, evlâdın da babasından hiçbir yarar sağlayamayacağı bir günden korkun. Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o, yoldan çıkarıcı da (şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Lokman/33)
Allah’a şükredecek o kadar çok şey varken, neden çok az şükrediyoruz. Oysa ayet-i kerime de Yüce Allah şöyle buyuruyordu; “Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” (İbrahim/7)
Bitmek bilmeyen bekleyiş ve gerçekleşmesini beklediğimiz şeyler bizi oyalayıp durdu.
Rüya gibi, dünyanın hevesi dünyada kaldı. Ve biz başka bir alemde, kabirde yapayalnız kaldık demeden ayılmak gerekmez mi?
Allah sonumuzu ve akibetimizi hayr eylesin! (Amin)
Selam ve dua ile...