Son dönemlerde Kürtler arasında bir tartışma yaşanıyor. Tartışmanın odağında ise son günlerde yaşanan bazı olaylar ve bu olaylar üzerinden ortaya konulan tepkiler…
Camiye yakın, halka açık, ailelerin olduğu parkta eş değiştirme olarak bilinen dans gösterimi sonrası yaşananlar, bir sitenin havuzu üzerinde yaşanan gerilim ve Suriçi’nde kafeye yapılan saldırı sonrası yapılan açıklamalar…
PKK/DEM’e yakın medya ve siyasetçiler ile CHP/Türk Solu’na yakın medya ve siyasetçilerin kullandığı dilin, aynı olması dikkat çekiyor.
Tüm bu olayların hemen sonrasında fail olarak, araştırma gereği bile duyulmadan dindar Kürtler (HÜDA PAR) gösterilirken, hedefin ise ‘seküler yaşam tarzına ve sosyal hayata saldırı’ olduğu şeklinde lanse edildi.
Bu olaylar sonrası DEM Parti'ye yakın medya tarafından Kürt bölgesinde geliştirilen dil ve argümanlar ile 28 Şubat sürecinde İslam düşmanı Kemalist medya ve siyasetçilerin kullandığı dilin birbirine çok benzemesi dikkat çekiyor.
Tüm bu yaşananların CHP’ye yakın bir TV kanalında, sunucunun DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’a, Diyarbakır halkının giderek muhafazakârlaştığı ve bunun ne yapacaklarını sorması üzerine Bakırhan’ın, Kürtlerin muhafazakarlaşmaması için çalışacaklarını dile getirmesinin ardından yaşanması ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.
HÜDA PAR ise yaşanan saldırılarla bir ilişkilerinin olmadığını, birilerinin bilinçli olarak her olay sonrasında partilerini hedef gösterdiğini bununla birlikte son dönemlerde Kürt halkının ahlaki yozlaşması için ciddi projelerin üretildiğini dile getirdi.
Bu gelişmelerin ardından DEM Parti’ye platonik anlamda yakın duran bazı dindar kesimler, eski yaşanmışlıklar üzerinden HÜDA PAR’a kin besleyenler ile hased ehli birçok kişi yaşanan bu gelişmeler üzerinden HÜDA PAR’ı mahkûm etmeye kalkıştı.
Taraflar açık veya kapalı biçimde birbirilerini suçlasa da asıl meselenin, bölgenin dindarlaşması/Müslümanlaşması ile sekülerleşmesi/laikleşmesi arasında yaşanan bir mücadele olduğu inkâr edilemez.
Peki, İslami kimliğiyle özdeşleşen Kürt halkının sekülerleşmesi kimin projesi ve kime ne kazandıracak?
Kürtlerin sekülerleşmesinin tarihsel arka planında neler yatıyor?
Bölgede direnişin ana motivasyonu olan Kürtlerin İslami kimliği kimleri neden rahatsız ediyor?
Kürtlerin sekülerleşmesi, Kürtlerin geleceğini nasıl etkileyecek?
Kürtlerin sekülerleşmesi karşısında sessiz kalıp, sekülerleşme karşısında tavır geliştirenleri eleştiren kesimler bu tehlikenin ne kadar farkında?
Bu ve buna benzer sorulara gelin hep beraber cevap bulmaya çalışalım…
Kürtçü yapılar laikleşmenin/sekülerleşmenin Kürtleri kurtaracağına tereddütsüz inanıyorlardı
Toplumsal anlamda sekülerleşme Kürtler arasında, 1970’li yılların başlarından itibaren, dünya ile kıyaslandığında geç bir vaka olarak başladı. Kürtleri o güne kadar İslam’dan uzaklaştırmakta başarısız olanlar, “siyasal rüşvetle” sekülerleştirme yoluna başvurdular; Kürtlere siyasal hakları karşılığında dinlerinden vazgeçmelerini önerdiler.
Bu çerçevede oluşturulan propaganda da en sıradan Kürdün anlayacağı bir dille ifade edildi, Kürtlere “Haklarınızın verilmeyiş nedeni dindar olmanızdır, dinden bir süre vazgeçerseniz siz de haklarınıza kavuşursunuz!” dendi.
O günlerde 1960 İhtilali ürünlerinden Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarının maharetiyle Kürtler arasında yayılan sosyalizmin etkisindeki gençler, bu argümana samimiyetle inandılar ve o propagandanın militanı kesildiler. Tarihten bihaber gencecik lise ve üniversite öğrencileri, uydurulan tarihle İslam’a düşman edilme yoluna gidildi. Bu, acı bir aldatmaydı.
Yine o günlerde Kürtçülük, iki ana fraksiyonda yayılıyordu: Sosyalist fraksiyon ve geleneksel fraksiyon
Sosyalistleştirilen gençler, camilerin derhal kapatılmasını, namazın dahi yasaklanmasını istiyorlardı. Onlara göre dinsizlik kurtuluştu. O gençlerin bir kısmının dünyanın pek çok noktasındaki Marksistler gibi, kardeş evliliğini savunabilecek uçlara vardığı herkesçe malumdur.
Onlara karşı geleneksel fraksiyon da bizzat benim ilk gençlik yıllarımdaki tartışmalardan hatırladığım üzere şunu diyordu: Bugüne kadar haklarımızın verilmeyişinin yegâne nedeni, İslam’ı sahiplenmemizdir. Haklarımıza kavuşuncaya kadar İslâmî siyasi söylemle aramıza mesafe koymak aklın gereğidir. Zamanı doğru okuyalım ve şimdilik sakın ha “Şeriat” falan demeyelim. Hele bir haklarımıza kavuşalım, o durumda hâlimize yeniden bakarız.
Dolayısıyla “Kürtçü” yapılar içinde İslâmî söylemden uzak durmak hususunda bir mutabakat vardı. Hemen hemen bütün Kürtçü yapılar, laikleşmenin Kürtleri kurtaracağına tereddütsüz inanıyorlardı.
Kürtler adına siyaset yapanların çoğu; dünyanın İslam’a düşman kesildiğini, Kürtlerin İslam’a kurban edildiğini, laikleşmenin Kürtleri kurtaracağını, başka bir ifadeyle siyaseten dinden uzaklaşmanın karşılığında “dünya”nın Kürtlerin hakkını vereceğini düşünüyordu.
Akımın üç ana kolu vardı: İran Kürdistan’ındaki Marksistler, Celal Talabani’nin önderliğinde Fransız sosyalist locaları ile Suriye BAAS’ı himayesindeki seküler Kürtçü akım ve Türk Solundan ayrılma Türkiye’deki Kürt Solu...
Süreci bunlar yönetirken geleneksel fraksiyon onlara inanıyor, onların oyununa geliyor ve onlarla halk arasında geniş köprü oluşturuyordu.
Celal Talabani, siyasi konumuna bu propaganda ile ulaşmış ve Suriye Kürtlerini de etkisi altına almıştı. Buna karşı Suriye BAAS rejiminin kazanımı, Kürtlerin Suriye ve Irak’ta bölünmesiydi. PKK’nin Suriye’ye yerleşmesi ile bu akım daha da güçlendi.
Kürtlerin laikleşmesini başta Fransız sosyalistleri olmak üzere Batılı güçler desteklediler. Ama onunla birlikte İslam dünyasındaki bütün laik rejimler de Kürt nüfusunun çoğalmasını durdurmak ve Kürt kimliğini oluşturan temel yapıyı yıkmak için sekülerleştirmeyi güçlü bir çözücü olarak gördüler ve Kürt sekülerleşmesini teşvik etmeyi de aşarak organize ettiler. Bu bağlamda, en uç sekülerleştirici yapı olarak sosyalizmin Kürtler arasında yayılmasına yönelik etkili projeler geliştirdiler. (1)
Kürtlerin sekülerleşmesinde Kürt Sol Hareketinin etkisi…
Sekülerleşmenin genellikle Batı merkezli kapitalist modernleşmenin bir tezahürü olsa da Kürtler de bu farklılaşır. Sol, sosyalist sekülerleşme dediğimiz dönüşüm motoru, sekülerleşme literatüründe ihmal edilen bir konuydu. Ben de Kürt toplumunda yaşanan sekülerleşmenin farkına odaklanarak bunun nasıl olduğunu kuşaklar arasında kıyas yaparak anlamaya çalıştım.
Bir Kürt gencinin Kürt sol hareketi lehine siyasallaşmasında birçok temas bölgesi etkili olabiliyor. Örneğin politik bir ailede yetişerek, akran ve arkadaş grubundan etkilenerek, Türk milliyetçiliğiyle olumsuz karşılaşarak ve kendi Kürtlüğünü keşfederek, Kürt sol hareketi lehine yayın yapan medya kanallarından etkilenerek, bayram havasında kutlanan Newroz etkinliklerine katılarak, zorunlu göçe maruz kalmak, bir yakınını kaybetmek ya da benzer mağduriyetler yaşamak anlamında acının siyasallaştırıcı etkisinden payını alarak, tüm bunları kuşatan bir faktör olarak politik bir çevre ve şehirde yaşayarak gençler Kürt solu lehine siyasallaşabiliyor. Bu temas bölgeleri üzerinden siyasallaşmak, katılımcı hikâyelerinde görülen siyasi ve dinî kırılmaların da gösterdiği gibi kişinin sekülerleşmesinde belirleyici bir faktör olabiliyor.
Kürt Sol Hareketinin dine bakışını yumuşatması…
Bugün illegal ve legal bileşenleri bulunan ana akım Kürt siyasi hareketinin 1980’lerden bugüne dine ve geleneğe yönelik söylemlerinde ve pratiğinde çeşitli değişimler yaşandı. 1990’lara gelindiğinde din, devrime ket vuran ya da uluslaşmayı engelleyen “gerici” bir yapı olarak değil; popülist ve pragmatik bir amaçla kullanılan işlevsel bir kaynak olarak görülmeye başlandı. Örneğin örgütün 1978 tarihli kuruluş manifestosunda İslam’ı Kürt toplumuna sokulmuş bir “Truva atı” olarak tanımlayan Marksist-Leninist din karşıtı söylem hakimken, 1990’lardan itibaren dine ve geleneksel kültüre yönelik daha “ılımlı” bir söylem görünür olmaya başladı. Elbette bunun yapısal ya da pragmatik çeşitli nedenleri vardı.
İlk olarak 1990’lardan itibaren sosyalist devletlerin çökmesi ve Marksizm-Leninizm’in gözden düşmeye başlaması, din karşıtı ortodoks sol söylemlerin terk edilmesine neden oldu. Diğer taraftan bu dönemde Kürt sol hareketinin kitleselleşmesi anlamında hegemonik bir güç haline gelmeye başlaması ve Kürt toplumunda gittikçe daha geniş kesimlerin desteğini kazanması da bu süreci hızlandırdı. 1990’lardan itibaren devletin Kürtlere yönelik zorunlu göç politikasıyla, faili meçhullerle ve işkencelerle somutlaşan baskıcı politikaları kitleleri Kürt sol hareketine yakınlaştırdı ve örgüte 1990’lardan itibaren katılımların sayısı hızla arttı. Bu sayede Kürt siyasi hareketi Kürt toplumunun gerçek muhafazakârlığıyla tanışmak ve barışmak durumunda kaldı. Kürt toplumunda muteber bir karşılık bulmanın yolunun İslam’la barışmaktan geçtiğini ya da en azından İslam’la ilgili söylemlerinde bir yumuşamaya gitmeleri gerektiğini öğrendiler.
Kürt solunun dine yönelik ılımlı politikaları dindar kesimlerin parti siyasetine eklemlenmesinde etkili olabiliyor
Dine yaklaşımda yaşanan ılımlı tutumun bir diğer nedeni 1990’larda İslamcı hareketlerin Kürt sosyo-politik sahasında popülarite kazanmasıydı. İran Devrimi’nin akabinde bölgede İslami hareketlerin etkisinin artması, Refah Partisi’nin yerel seçimlerde birçok Kürt şehrinde belediyeleri kazanması ve Hizbullah’ın güçlü bir rakip olarak toplumda karşılık bulmaya başlaması bu söylem değişiminde belirleyici oldu. Pragmatik nedenlerle de olsa dine yönelik söylemler ılımlı ve olumlu bir nitelik kazanmaya başladı.
Kürt solunun dine yönelik ılımlı politikaları dindar kesimlerin parti siyasetine eklemlenmesinde etkili olabiliyor. Hem dindar olup hem bu harekete yakın olan önemli bir kitle bulunuyor ve onları bu konuda motive eden temel faktör Kürt kimliği ve haklarıyla ilgili beklentiler. Kürt kimliğini temsil ettiği düşüncesinden ve mağduriyetleri gündeme taşıyacak bir siyasi temsilci ihtiyacından dindar ve muhafazakâr kitleler Kürt sol hareketine destek verebiliyor. Kürt solunun “seküler”, “sol” ve “sosyalist” karakteri Kürt gençleri arasında sol ve sosyalist bir siyasallaşma üretse de bir önceki kuşakta bu siyasallaşma ideolojik olmaktan öte etnik kimlik (Kürtlük) ve mağduriyetler gibi daha “doğal” bağlılıklar üzerinden karşılık buluyor.
Dine yönelik pragmatik ve ılımlı yaklaşımlar sekülerleşmeyi kesintiye uğratmadı, yaygınlaştırdı
Yine de tüm bu söylem ve politika değişikliklerinin Kürt kuşakları arasında yaşanan dönüşüme engel olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü temelde hâlen Kürt sol hareketi seküler-sol bir paradigmaya dayanıyor ve bu hareket lehine siyasallaşan genç kuşaklar hızla sekülerleşiyor. Hatta tersine, Kürt sol hareketinin söz konusu politikaları bu hareketin Kürt toplumunda daha geniş taban bulmasını sağladığından, Kürt toplumunun gittikçe daha geniş kesimleri sekülerleşme sürecine açık hale geliyor. Dolayısıyla dine yönelik pragmatik ve ılımlı yaklaşımlar sekülerleşmeyi kesintiye uğratmadı, aksine sekülerleşme sürecini daha da yaygınlaştırdı. (2)
Geçen yüzyılın başında seküler Kürtlerin hazin sonu…
Cizre Mirlerinin iki kanadı vardı hayatta. Her iki kanat da seküler/laik bir yaşam tarzını seçti, laik siyaset şemsiyesine sığındı; ama farklı iki yola girdi: Celadet Bedirhan, başta Kürt dili olmak üzere laik/Batıcı bir Kürtlük üretmeye çalıştı.
Amcazadesi Vasıf Çınar ise Mustafa Kemal’in yanında yer aldı. Millî Eğitim Bakanlığı gibi kritik görevlerde bulundu. Diğer amcazadesi Cemal Kutay da Atatürkçü gazeteciliğin ve tarihçiliğin bilinenleri arasında anıldı. Ailenin bu kanadından Leyla Bedirhan, seküler/laik yaşam yolculuğunda Paris’te ünlü bir dansöz olma yoluna bile girdi. Bey torunu iken Batılıları eğlendirerek onlardan para kazandı.
Bugün hanedanın her iki kanadının da ardında yeller esiyor. Bildiğim kadarıyla son varisleri olan Sinemhan Bedirhan, birkaç yıl önce Erbil’de vefat etti.
Süleymaniye Mirleri Babanzâdeler, mirlikleri ellerinden alındıktan sonra yüzyıl boyunca İstanbul seçkinlerinin önde gelenleri arasında yer aldılar. Ahmed Naim gibi değerli bir şahsiyet yetiştirdiler. Cumhuriyet kurulduğunda yeni devrin yükseköğretiminin kurulmasında rol aldılar. Ama seküler/laik yaşama yönelen hanedanın varisleri bugün artık yoklar. Bildiğim kadarıyla hayatta kalan tek varisleri Yaşar Kemal’in ikinci hanımı Ayşe Baban’dır; Kürtlüğe duyarsız ve CHP için çalışıyor.
Cemilpaşazâdeler, Diyarbakır’ın seçkin bir Kürt ailesi… Ailenin kimi mensupları, Mustafa Kemal’in yakın dostları arasında yer aldıktan sonra laik/Batıcı bir Kürtçülük üretimine yöneldi. Onlardan Kadri Cemilpaşa, laik/İslam karşıtı bir Kürt tarihinin üretiminde akıl izan sınırlarını aşacak bir söylem geliştirdi. Fransız Masonlarının gözüne girip kendince Kürtler için kazanımlar elde etmeye yöneldi. Bugün onun ve diğer Cemilpaşazâdelerin ne Kürtlüğü kaldı ne de soyları.
Ulusalcı Kürt Solu vücut bulduğu günden bu yana Kürtler için adeta cellat oldu
Solu bir modernleştirme aracı olarak kullanma kararı alan 1960 İhtilalcileri; Kürt karşıtı seferberliğe tereddütsüz katıldılar. Türkiye içinde Kürt sağı kısa sürede tasfiye edilirken Yalçın Küçük’ün öne çıktığı bir Devlet Planlama Teşkilatı ekibi, Kürtler içinde kararlılıkla ulusalcı bir sol üretme yoluna gitti. (Ki burada ulusalcı ifadesini tereddütsüz milliyetçi söylemleri kullanan Batıcı/Batı’ya bağımlı yapı diye anlayabilirsiniz.)
Ulusalcı Kürt Solu, planlamanın amaçlarına tamamen uygun olarak vücut bulduğu günden bu yana Kürtler için adeta cellat oldu. Onun faaliyetleri ile milyonlarca Kürt yerinden oldu, metropollerde kimliğini yitirdi. Onun en çok etkin olduğu şehirlerde Kürtçe günden güne unutuldu.
Kürt ulusalcı solu, uluslararası merkezlerden ve Türk solundan aldığı desteğin yanında silahın da gücüyle kendisinin yol açtığı tahribatın değerlendirilmesine, görülmesine izin vermedi. Bu yöndeki her direnişi, öldürerek ama ondan da öte itibarsızlaştırarak cezalandırdı. Böyle bir vahşeti Boşnak ancak Sırp ulusal solundan, Filistinli ancak Yahudi’den görmüştür. Buna karşı bu despot yapıya karşı direnenler inanılmaz engellerle karşılaşmışlardır.
Kürt ulusal solu, derin yapılarca Kürtlüğün temsilcisi olarak tanımlandı. Öyle ki milliyetçi muhafazakâr gazeteler dahi, PKK’nin siyasi kanadı için “Kürt siyasal hareketi” ifadesini kullanıyorlardı. Belli ki “küresel dünyada” herkes “emir kulu”ydu.
Sol kültürü korumayı değil, imha etmeyi vazife bilir
Bir kere Sol, modernizmin en uç ideolojisidir, en katı mezhebidir. Sol, kültürü korumayı değil, imha etmeyi vazife bilir. Kültürü yok etmeyi ilerlemenin koşulu sayar. Bunun için Solun hakimiyet alanlarının tümünde kültür iddiaları sadece bir folklor araştırması ve müzecilik faaliyetleri kapsamında kalmıştır. HDP/DEM’li adayların aile karşıtı söylemleri bu noktada çok tutarlıdır.
Kültürden kasıt sadece dil ise dilin tek başına bir kültürü korumayacağı aklı başında her sosyal bilimci tarafından malumdur. Dil, en çok birkaç kuşak korur, sonrası tükeniştir.
İslamsız bir Kürtlüğü bekleyen eninde sonunda tükeniştir
Bu küresel hakikat karşısında hâlâ Kürt ulusalcı solunu Kürtlerin patronu olarak tutma inadının arkasında ne var, derseniz hiç kuşkusuz İslam ve Kürt düşmanlığı aynı anda var. Emperyalistler İslam düşmanıdır ve onların vekilleri (çevre yapılar) ırkçılık marazıyla Kürt düşmanıdır. İkisinin buluşması Müslüman Kürt kültürüne karşı düşmanlığı diri tutmaktadır.
Sosyal bilimci, sihirbaz değildir. Olana bakarak geleceği görür: Olana bakıldığında İslamsız bir Kürtlüğü bekleyen eninde sonunda tükeniştir.
Bu vaziyet karşısında Kürtlüğün tanımını doğru yapmak zorundayız. Her Kürt Müslümandır, İslam’dan uzaklaşan ve kendisini sosyal olarak bile olsa, Müslüman kabul etmeyen, Kürt değildir.
Bu stratejiye karşı çözüm Müslüman Kürt kültürünü kendi gerçekliği içinde yaşatmaktır
Kürtler arasında ulusal Solu yaşatmaya çalışmak, bizzat Kürtlükle savaşmaktır. Kürtlükle savaşın başarıya ulaşmasının koşulu ise Müslüman Kürt kültürünün imhasıdır. Bu stratejiye karşı çözüm, Müslüman Kürt kültürünü kendi gerçekliği içinde yaşatmaktır.
Bunun için uğraşmak, İslam’ın bölgede sadece ihyasını sağlamayacak, bölgeye yönelik Yahudi uygarlığının projelerini de akamete uğratacaktır. Dolayısıyla Müslüman Kürt kültürünü ihya etmek, sadece Kürtlerin değil, bölgede kendilerini Yahudi uygarlığından korumak isteyen bütün yapıların ortak çıkarıdır. Laik bir ifadeyle, kendileri açısından kesinlikle rasyoneldir. (3)
Sonuç olarak;
Kürtlerin yakın tarihine bakıldığında, Kürdistan bölgesindeki Batılı emperyalist işgallere ve bölgesel güçlerin Kürtlere yönelik asimilasyon ve zulümlerine karşı ortaya konulan direnişlerin en temel motivasyonu İslam ve alimler olduğu görülür.
Selahaddin-i Eyyubi, Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Mahmut Berzenci, Şeyh Said Palevi, Şeyh Abduselam Barzani ve Barzaniler…
Yine yakın tarihe bakıldığında, sekülerleşen/laikleşen Kürtlerin, nasıl Kürtlüklerinden uzaklaştıklarını, küresel ve bölgesel emperyalist güçlere nasıl teslim olduklarını ve sonunda yok olup gittiklerini yukarıda gördük. Bedirhaniler, Babanzadeler, Cemilpaşazedeler, günümüz Kürt Solu...
Şimdi bu tarihi hakikatlere rağmen Kürt halkını düşündüğünü söyleyen hangi vicdan sahibi, şahsi ihtirasların esiri olmuş şahsiyetlerin emperyalist küresel güçlerin projesi kapsamında örgütsel/grupsal çıkarlar uğruna Kürtlerin sekülerleşmesine göz yumabilir.
Sebebi ne olursa olsun bu projeye göz yuman, sessiz kalan, destek veren veya uygulanmasını imkân sağlayan Kürtlerin iyiliğini isteyen olabilir mi?
Kaynak:
1- Dr. Abdulkadir Turan-Kürt Aklı yazı dizisi
2- Yusuf Tekin-Kürtlerin Sekülerleşmesi
3- Dr. Abdulkadir Turan-Kürt Aklı yazı dizisi
Tebrik ediyorum çok güzel bir makale,ellerine dimağına sağlık kardeşim,Kürtlerin tarihini özetlemişsin,Bu yazıyı defalarca okusam değer evet derin yapılar, zındıka Komiteleri,masonik yapılar onların alt aparatı Kemalizm nasıl Türkler üzerine tatbik edildi,Kemalizmin Kürt versiyonu PKK ve siyasal uzantıları üzerinden materyalist sosyalist felsefler üzerinden Kürtlere operasiyonlar çektiler çekiyorlar,geleneksel ve İslâmî hiç bir kürt yapılanmasına tahammül etmezler,son sözümde seküler Kürt siyasetininin kontrolü PAKRADİNELERİN elindedir. Saygılarımla