Jean-Jacques Rousseau “Toplumsal sözleşme” adlı ünlü eserinde devletin, toplumsal bir sözleşme sonucu oluştuğu, bunun varsayımsal olarak herkesin kabul ettiğini belirtmektedir. Bu sözleşme ile bireylerin özgürlüklerini kısıtladığını ve devlete vergi verdiklerini ancak bunun sonucu olarak da devletin bireylerin can ve mal güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu belirtmektedir.
Devlet topluma(bireylere) hizmet etmek amacıyla teşekkül edilmiş, soyut ve tüzel kişiliğe sahip bir aygıttır. Amacı insanların sorunlarına çare olup, hizmet etmektir. Kutsiyet devlete değil insana aittir. Onun için, kutsal olan insanın canını ve malını korumak, bu amaç için oluşturulmuş devletin yükümlülüğündedir.
İşte toplum düzenini korumak amacıyla, düzeni bozan kişilere uygulanan bir takım müeyyideler konulmuştur. Buna çağdaş hukukta Ceza Hukuku denilmektedir. Ceza hukukunun, bireye(suçluya) bakan ve topluma(mağdura) bakan olmak üzereiki yönü/amacı bulunmaktadır. Başka bir deyişle, yapılan yargılama sonucunda suçu kesinleşip sabit görülen suçluya/hükümlüye ayrı bir mesaj, toplumun diğer bireylerine ayrı bir mesaj vermektedir.
Mahkeme kararıyla suçu sabit görülen hükümlünün cezaevine konulması ile beklenen amaç, kişinin cezaevinde pişmanlık duyarak, ıslah olması ve tekrardan topluma faydalı bir birey haline getirilmesidir. Zaten cezaevi denilmesinin doğru olamayacağı, ıslah evi denilmesi gerektiğini savunan kişilerde vardır. Doktrinde tartışmalı bir konudur.
Ceza hukukunun diğer amacı ise, toplumun huzur ve düzenini bozan kişilerin çarptırıldığı cezayı topluma göstererek, aynı cezanın başka kişilerce işlenmesinin önüne geçmektir. Bir nevi gözdağı vermektir. “Bakın aynı suçu işlerseniz siz de böyle cezalandırılırsınız” demeye getirmektir. Ancak bu şekilde toplumda asayiş berkemal olur. Aksi halde kaos ve anarşi önlenemez hale gelir.
Bu bağlamda 31.07.2023 tarihinde geçerli olmak üzere, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda yapılan değişiklik ile Kovid-19 izninde bulunan koşullu salıverilme tarihine belli bir süre kalmış olan iyi halli hükümlülerin kalan cezasının denetimli serbestlik altında çektirilmesi için, teknik olarak Af olmasa da dolaylı olarak Af kabul edilen düzenleme TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.Bu düzenleme, bir 'af' düzenlemesi değildir. Af, cezayı tüm sonuçları ile ortadan kaldıran bir düzenlemedir. Kabul edilen düzenleme ise Kovid-19 izninde bulunan koşullu salıverilme tarihine belli bir süre kalmış olan iyi halli hükümlülerin kalan cezasının denetimli serbestlik altında çektirilmesidir
İnfaz yasasında yapılan kaçıncı değişikliktir? Takip etmekte zorluk çekiyoruz. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun kalbura dönmüş bulunmaktadır. Peki, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olan hükümlülerden beklenen amaç hasıl olmuş mudur? Başka bir deyişle ıslah olmuşlar mıdır?
Takdir edersiniz ki evet demek çok zordur. Çünkü çok yüksek ceza almış bir hükümlü kısa bir süre kapalı ceza evinde kalabilecektir. Bu denli ağır bir ceza alıp kısa bir süre sonra açık cezaevine, daha sonra kendi evine gönderilen bir hükümlü, pişmanlık duyup ıslah olması imkansız hale gelecektir. Neredeyse cezaevi “Tatil evine” dönüşmüş durumdadır. Suçlular bir günlüğüne, bir haftalığına tatil niyetine cezaevini girdi-çıktı yapıp cezalarını tamamlamaktadırlar.
Yine bu düzenleme ile hırsızlık suçu işleyenler, uyuşturucu suçu işleyenler, dolandırıcılık suçu işleyenler vb. suçluları kapsamaktadır. Bu suçlar genel olarak topluma karşı işlenen suçlardır. Başka bir deyişle mağdurları gerçek şahıslardır. Siyasi suçluları kapsamamaktadır. Yani devlete karşı işlenen suçlar bu düzenlemenin kapsamında değildir. Devlet zaten kendisine karşı işlenen suçlara daha ağır yaptırımlar getirerek, bu suçları nitelikli hale getirmiştir. Bu tür düzenlemelerle de kendini daha da korumaya almaktadır. Toplumu korumak için teşekkül ettirilen devlet, kendini korumak için adeta toplumu feda etmektedir. Devlet, topluma karşı işlenen suçları af edebilir mi? Sorusu ise başlı başına bir tartışma konusudur.
Bu düzenleme hangi saikle yapılmış olursa olsun, kamuyu(toplumu) ve mağdurları rahatsız edeceği şüphesizdir. Bu düzenleme İnsanların, bilhassa mağdurların, Hukuka ve adalete olan inancını, devlete olan güvenini götürecek; bunun yerine, insanlar intikam duygusuyla kendi hakkını kendisinin alması, yani ihkak-ı hak uygulamayı düşünecektir. Bunun sonucunda da daha vahim vak’aların vuku bulmasına sebep olacak ve devletin varlık nedeni olan ‘kamu düzenini sağlama’ görevi de zorlaşacaktır.
Daha adil ve hakkaniyetli bir düzenin olması dileğiyle…