Kamu düzenini bozan, toplumsal barışı zedeleyen davranışlarda bulunan gerçek kişilere uygulanacak müeyyideleri düzenleyen kurallar bütünü ceza hukuku olarak tanımlanmaktadır. Hukukumuzda da 5237 sayılı Türk ceza Kanunu ile tanzim edilmiştir. Bu cezaların tayini ve şahsileştirilmesi önceden kanun ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız mahkemelerce yapılmaktadır.
Ancak, mahkemeler söz konusu yargılama yaparken belli kurallarla bağlı kalmak zorundadırlar. Belirlenen usuller çerçevesinde yargılama yapılması zorunludur. Yine hukukumuzda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile yargılama esnasında mahkemelerin uymak zorunda olacağı usuller düzenlenmiştir. Söz konusu usullere uyulmadan yapılan yargılamada çıkan karar üst mahkemelerce bozma nedeni kabul edilmektedir. Bu kural “Usul esastan mukaddemdir” yani usul esastan önce gelir veciz sözü ile meşhurdur.
Bu bağlamda, “adil yargılanma hakkı” Anayasamızın 90. maddesi uyarınca kanun hükmünde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m. 6’da yer almaktadır. Bu hak 03.10.2001 tarihli 4709/14 sayılı kanunla yapılan değişiklikle 36. Madde ile Anayasamıza da girmiştir. Adil yargılanma hakkı ile amaçlanan, yargılanan kişinin hiçbir hak kaybına uğramadan belirlenen kurallar çerçevesinde yargılanmasının sağlanmasıdır.
Bu haklardan bir tanesi de masumiyet karinesidir. Masumiyet “suçsuzluk” manasında olup, kişinin yargılanmasının bitip kesinleşinceye kadar suçsuz kabul edilmesidir. Onun için Suç isnadı altında olan kişilere soruşturma aşamasında “şüpheli”, kovuşturma (mahkeme) aşamasında da “sanık” sıfatını almaktadır. Sanık İlk derece mahkemesinde ceza aldığı takdirde “hüküm özlü” olarak anılmaktadır. Ancak ilk derece mahkemesi tarafında verilen ceza bütün hukuk yolları tüketilip kesinleşince “hükümlü” olmaktadır. Bununla amaçlanan sanığın kişilik haklarına mahal vermemektir. Çünkü her yargılanan kişi peşin olarak suçlu kabul edilemez. Esas olan kişilerin suçsuz kabul edilmesidir. Az da olsa beraat edip aklanma ihtimali her zaman vardır.
Söz konusu ilke Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 6-2. Maddesinde :“Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.” Şeklinde düzenlenmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 1995 yılında verdiği kararda “Ceza yargılaması kesin mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmamış kişiye karşı, başka resmi görevlilerin suçlu gözüyle bakıp bu şekilde davranmaları masumiyet karinesinin çiğnenmesi anlamına gelir.” ifadelerine yer vermiştir.
Ayrıca Anayasamızın 15/2. maddesinde “Masumiyet Karinesi” her birey için temel bir hak olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda Masumiyet Karinesine savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde bile dokunulması mümkün olmadığı belirtilmiştir.
Yine masumiyet karinesinin bir uzantısı olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi de sanık lehine geliştirilmiş bir ilkedir. En ufak bir şüphe olması halinde bile sanık beraat etmelidir. Yani %99 suçlu olduğu yönünde delil mevcut ancak %1 şüphede kalıyorsa sanık cezalandırılmayacaktır. Bununla ilgili YARGITAY-CEZA GENEL KURULU 2010/9-88- Esas, 2010/255-Karar ve 14.12.2010 tarih sayılı kararında ‘’ … Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen ve masumiyet (suçsuzluk ) karinesinin bir uzantısı olan “kuşkudan sanık yararlanır ilkesi” ceza yargılaması hukukunun evrensel nitelikteki önemli ilkelerinden biridir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Kuşkulu ve aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak hüküm tesis edilemez. Ceza mahkumiyeti bir olasılığa değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır...” denilmiştir.
“Suçların şahsiliği” ilkesi de adil yargılanma hakkı ile ilintilidir. Bu ilkeye göre ancak suç teşkil eden fiili işleyen kişi cezalandırılabilir. Bir yakını veya maiyetinde görev yapan şahısların işlediği suçtan dolayı kişiler cezalandırılamaz. Aksi halde modern hukuktan bahsedilemez. Hem Anayasamıza göre hem de Ceza Kanunumuza göre; ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi kabul edilmiştir. Kimse başkasının fiilinden sorumlu tutulamaz ( Anayasa m.38, TCK m.20)
Devam eden yargılamayı etkilemek amacıyla yazılı ve sözlü beyanda bulunmak da ayrı bir suçtur. “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” başlığıyla düzenlenen Türk Ceza Kanunun 288. Maddesi “Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, hukuka aykırı bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, elli günden az olmamak üzere adli para cezası ile cezalandırılır” şeklindedir. Soruşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunanları cezalandıran ve bu fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesini nitelikli hal olarak düzenleyen “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” şeklindeki ifadeler masumiyet karinesi ihlallerini önlemeye yönelik hükümlerdir.
Yine yargılaması devam eden kişileri kesin olarak hüküm giymiş gibi suçlamak veya işlemediği fiili isnat etmek “iftira suçu” nu meydana getirir. Bu suç Türk Ceza Kanunu 267. Maddesinde “iftira” başlığı ile düzenlenmiştir. İftira atan kişi en “basit” bir iftira cezasında 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası istemi ile yargılanır (TCK md. 267/1). Hatta mağdura atılan iftira neticesinde, mağdur ile ilgili hapis cezası dışında adli veya idari bir yaptırım uygulanmışsa; iftira eden kişi, 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır (TCK md. 267/7) tarzındaki maddeler yine aynı şekilde masumiyet karinesinin muhafaza edilmesini sağlamaktadır.
Bir Kurumun başkanının denetimindeki bir şahsın işlemiş olduğu iddia edilen taciz suçunu, soruşturma izni veren belgeleri paylaşmak suretiyle, sanki kurumun başkanının suçu işlemiş gibi sosyal medyada linç kampanyasına maruz kalması, “adil yargılama hakkını” ve uzantısı olan “masumiyet karinesi”, “suçun şahsiliği ilkesini” ihlal etmektedir. Ayrıca devam eden “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “iftira” suçuna da vücut vermektedir. “Çamur at izi kalsın” mantığıyla hareket eden bu güruhun amacı bağcıyı dövmektir. Yargılaması devam eden -ki yargılandığı suç izinsiz açılan eğitim kurumlarının denetimi nedeniyle olup, isnat edilen taciz suçu değilken- şahsın kişilik hakları zedelendiğinden hem cezai hem de hukuki hakları saklıdır.
Herkesin birbirinin hukukuna saygılı olduğu toplumun olması dileğiyle…