Müslümanların klasik anlamda bir dindarlık sorunu mu var yoksa İslam medeniyetinden uzaklaşma sorunu mu?
Bugünün dünyasında bu sorunun çok cevabı var. Mesele sizin nereden baktığınıza bağlı:
Toplumun bir kesiminin hiç kuşkusuz dindarlık sorunu var. Ama büyük çoğunluğun sorunu İslam medeniyetinden uzaklaşmayla ilgilidir. Bireysel dindarlık sorunlarımız da esasen İslam medeniyetinden uzaklaşma sorunundan uzaklaşmaktadır.
Mesele şurayla ilgili: İslam dünyası, hâlâ ister “gelişmiş” ister “gelişmekte olan” ister “geri kalmış” ülkelerden söz edelim, dünyanın diğer kesimlerine göre çok dindar. İslam dünyası, teknoloji bağlamında da artık dünyanın “gelişmiş” ülkeleri ile yarışır durumda.
Oysa aynı İslam dünyası, insani ilişkiler bağlamında insanın içini karartan sorunlar yaşıyor. İnsanımız, kimi zaman adeta dindarlaştıkça kabalaşıyor, sosyal iletişim kurma kabiliyetini kaybediyor, agresifleşiyor, tutumlarıyla huzursuzluğa yol açıyor.
Bu, hiç kuşkusuz sorunlu bir dindarlıktır. Lâkin klasik anlamda bir dindarlık sorunu değil, bir medeniyet sorunudur. Klasik dindarlıktan, ibadetler ve haram-helal odaklı bir dindarlığı anlamalıyız.
Bu tip dindarlık medeniyetle buluşmuşsa “kemale ermiş din olarak” İslam hâlini almıştır. Aksi halde, İslam medeniyetinden kopuk hâliyle, medeniyetsiz bir Müslüman tipi oluşturarak sair dindarlıkların insan tipine epey yakın bir insan tipi üretir.
İslam tarihinde bunun iki örneği Hariciler ve abdallardır. İki zıt tip… Biri ibadete çok düşkün, diğeri sevgi ve adaletten söz ederken neredeyse ibadetten kopmuş.
Harici, genellikle Bedevî kökenlidir, Abdal ise oldukça gelişmiş Sasani kültürünün içinden çıkmıştır. Biri taşradan gelme ve patavatsız, diğeri şehre ait ama şehirde kendini salmış bir protestocu.
İkisi de Allah’a itaat etme iddiasında iken kullara karşı sınırları epey zorlanmış bir isyankârlık içinde. Biri Hz. Ali’yi Kur’an’a davet edecek kadar, diğeri üzerinde temiz bir kıyafet bulunan herkesi dünyaya kul olmakla itham edecek kadar fütursuzdur. İkisi de Müslüman toplumla barışık değildir, onu ıslah etme iddiasıyla, onunla sürekli kavga hâlindedir. Biri diliyle ısırır, diğeri dili ve sazıyla ya da defiyle…
Bugün çok yönlü muhasebelere, uzun uzun sözlere de ihtiyaç yok: Hepimiz, siyasal nizam bağlamında İslam medeniyetinin bertaraf edilmesinden dolayı mustaribiz, şikayetlerimizin odak noktası burasıdır ve bunda da haklıyız.
Lâkin çözüme gelince İslam medeniyeti hedefinden vazgeçmek asla akla gelmemesi gereken, akla getirenden kuşku duyulması gereken bir seçenek. Peki diğer seçenek? O da şudur:
Her birimizin, gök kubbemizi kaplayacak büyük İslam medeniyetine kavuşma hedefini kendi medeniyetimizi kendimizde inşa etmemiz.
Belki her gün kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Ben, Medenî bir Müslüman mıyım? Ondan önce de şöyle sormak gerekir: Medenî bir Müslüman nasıl olur?
İkinci sorunun cevabına kısmen değinmek de mümkün:
Medeniyet, olmazsa olmaz bir yanıyla, bütünlüğü yakalamaktır. Öyleyse Medenî bir Müslüman olmak, çağın sorunlarına rağmen dindarlığımızla insani ilişkilerimiz arasındaki sorunu çözmektir. Yani iyi bir dindar olurken aynı zamanda Medenî bir ahlaka sahip olmak… Bununsa başlangıç noktası, kişinin ailesine ve kardeşlerine karşı Medenî bir ahlaka sahip olmasıdır. Ne Hariciliğin kabalığı ne abdallığın salınmışlığı… İlla Medine ahlakı… İlla Medenî ahlak…