“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalır ne de bir an ileri gider.” (A’râf, 34)
Sorunumuz açık: İşgalci bir rejimin zulmü neden cezasız kalıyor? Neden harekete geçemiyoruz? Bu küçük bir devlet değil mi? Evet, kural tanımayan, militarist bir rejim bu. Savaş uçakları Türkiye’nin yarısı kadar. Kadın-erkek herkes iki veya iki buçuk yıl zorunlu askerlik yapıyor. Askerlik, üniversite eğitiminden bile önde tutuluyor. Peki, orduya bu kadar önem vermelerinin sebebi ne?
Batı, onları teşvik ederek israil’i bölgedeki karakoluna dönüştürdü. Bu küçük ama tehlikeli güç, bölgede olmasa ümmetin birliğiyle neler olurdu, bir düşünün: Avrupa’da bir günde beş ülkeyi gezebiliyoruz, sınırlar adeta yok. Sınırların kalktığı bir yerde ticaret, kültür ve dayanışma sınır tanımaz. Ortadoğu ve Orta Asya’nın da bundan farkı olmadığını hayal edebiliyor musunuz? Sınırların huzurla açıldığı, gönüllerin imanla dolduğu, ticaretin ve kültürün geliştiği bir coğrafyanın gücünü düşünebiliyor musunuz?
İşte bu yüzden israil, Batı’nın karakolu. Onların hesabına göre, bölgeyi karıştırmazlarsa ümmetin birliğini engelleyemezler. israil’e bir asker göndermenin bedeli bile akıl almaz rakamlarla ölçülüyor. Unutmayalım: israil, sadece Müslümanlara değil, tüm dünyaya musallat edilmiş bir sorun. Bu gerçeği gören pek çok ülke ve aktivist, onlardan tiksintiyle bahsediyor, protesto ediyor. Pink Floyd’un eski solisti, İngiliz aktivist Roger Waters’ın 2019’da Güney Amerika turnesinde İsrail’i eleştiren sahne gösterilerini kullanması ve dünyanın dört bir yanından (Fransa, İsveç, Almanya, Hollanda, İspanya, Mısır, Türkiye) biri gazeteci olmak üzere 11 aktivistin içinde bulunduğu, israil’in uyguladığı ablukayı protesto ederek 1 Haziran’da İtalya’nın Sicilya Adası’ndaki Katanya Limanı’ndan yola çıkan Madleen gemisi buna örnek. Ancak Mavi Marmara’da olduğu gibi, İsrail’in Madleen gemisine müdahalesi sonucu iletişim kesildi.
Bu rejim baskıyla ayakta duruyor; baskı olmazsa korku yayıyor. Korku da yoksa, insanlığın onlardan nasıl tiksindiği ortaya çıkıyor. Rabbimiz, Mâide Suresi 64. ayetinde buyuruyor: “Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar.” Hitler bile 30-40 yıllık zulmünde bazı uluslararası normlara uymuştu. Ama bu rejim hiçbir kural, kanun tanımıyor. Sosyal medyada kendileri hakkındaki videoları açıklamasız kaldırıyorlar. Normalde bir video kaldırıldığında platformlar uyarı ve gerekçe sunar ama burada da kural tanımıyorlar. Ancak Filistin’deki vahşet görüntülerini kaldırmıyorlar. Amaçları belli: Bir yandan binaları yıkmak, diğer yandan ümmetin umutlarını kırmak. Çocukları öldüren bu vicdansızlar, “Bölgede çok çocuk ölümü, fazla doğumdan kaynaklanıyor” diyecek kadar merhametten yoksun. Şairin dediği gibi: “Akıl karaya vurmuş, gırtlağı geçmiş vahşet.”
Tarih, bu kadar arsız bir zulüm görmedi. Peki, bu işgalci rejimin sonu ne zaman gelecek? Neden hak ettikleri cezayı görmüyorlar? Bize ümit verecek bir hakikat lazım. Rabbimiz, Bakara Suresi 61. ayetinde buyuruyor: “Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu.” Zillet, herkesin onlardan tiksinmesi; meskenet, topraksız kalmaları anlamına gelir. Hadiste de "Ahir zamanda taşlar bile ‘Burada Yahudi var’ diye işaret edecek” denilir. Bu, zilletin ta kendisidir. Ama şu an tam tersi görünüyor: Dünyayı tarumar ediyorlar, ne kovuluyorlar ne de aşağılanıyorlar.
Acele ediyoruz. Allah’ın ezelî ilmindeki zaman, bizim hesaplarımızla örtüşmeyebilir. Kur’ân’da işaret edilen tarih 3 bin yıl, bizim onlarla mücadelemiz ise 60-70 yıl. Ayetlerin işaret ettiği zaman dilimi, bizim aceleciliğimizle tam uyuşmuyor.
Bediüzzaman’a, israil’in devletleşmeye başladığı dönemde sormuşlar: “Bunlar bir zamanlar yurtsuz, gemilerde dolaşan bir topluluktu. Nasıl merkezileştiler?” Üstadın cevabı net: “Toplanmaları iyidir, imhaları kolay olur.”
Ancak Kudüs’ün fethini geciktiren bir mesele var: Kudüs’ün işgali sebep değil, sonuçtur. Sebep, kalplerimizin, ruhlarımızın ve zihinlerimizin işgal edilmesidir. Kur’ân’a yabancılaşmamızdır. Sebep ortadan kalkarsa, sonuç da kalkar. Eskiler ne güzel demiş: “Çanakkale’den giremediler, ama çanak antenden girdiler.” Kanuni döneminde dünyanın önemli bir kısmı elimizdeyken, bugün Türkiye’nin payı küresel kara yüzölçümünün sadece %0,53’ü, yani 1/190’ı. Bu, o geniş hâkimiyete kıyasla çok küçük bir oran. O dönemde düşmanın cephesini bulup kaleyi fethedenler için hamaset (boş kahramanlık) değil, hamiyet (samimi gayret ve dava bilinci) önemliydi. Ama düşman cepheyi değiştirdi; ruh ve mana cephesinden bizi işgal etti.
Bunun için bize uzun menzilli silahlar lazım: Kalbin derinliklerine ulaşacak, işgal edilmiş zihinleri fertten ferde fethedecek silahlar. Düşman, sosyal medyayı kullanarak zihinlerimizi ele geçiriyor, kendi gündemlerini dayatıyor. Bunu nasıl bertaraf edeceğiz? Düşman hangi cephedeyse, fetih oradan başlamalı. Kazanla devrileni kaşıkla toplayacağız. Önce algılarla işgal edilen zihinlerimizi kurtaracağız ki Kudüs’ün fethi yaklaşsın. Zulmün devamında, bir cihette kadere fetva veren, gayretsizlikle fethi geciktiren bizleriz. Hamiyetle ayağa kalkarsak, zafer uzak değildir.
Bi iznillah...