Varoluş mücadelesini sanal ortamda ve sosyal medyada vererek hayatta kalma çağındayız. Eskiden var olma mücadelesi, bilginler, âlimler ve filozoflar tarafından ilim ve ontolojik felsefe ile sorgulanırken; şimdilerde ise var olma mücadelesini, YouTuber’lar, fenomenler ve influencer’lar önderliğinde yapıyoruz.
Sosyal medya, eğlence, bilgi edinme, güncel olaylardan haberdar olma, zaman geçirme gibi farklı amaçlar taşıyor. Artık sosyal medya bunların ötesinde bir işe yarıyor; varoluş mücadelesi…
Sosyal medyada var olma mücadelesine, elinde telefon olan 7’den 70’e herkes katılıyor. Yeni nesil “inffilozoflar” bu işlere rehberlik ediyor.
"Paylaşıyorum, o halde varım" düşüncesi, sosyal medya hesaplarım yoksa, paylaşım yapmazsam ben de yokum korkusuyla hayata bağlanan ve orada amansız bir mücadele veren bir çağda yaşıyoruz. Sürekli bir şeyler paylaşıp duruyoruz. Biz ve paylaştığımız içeriklerimiz, dünyanın etrafında döndüğü heyecanla beklediği çok özel, biricik bir şey mi? Bizi, ne yaptığımızı, nerede olduğumuzu, ne yiyip içtiğimizi gerçekten birileri önemsediği bir konu mu?
Sosyal medya akımları ve modası, günümüz insanının her şeyini bir fabrika ürünü gibi adeta klonlanmış, tek tip hale getirmiştir. Giyimi, tarzı, kullandığı ürünler, konuştuğu konular, saçı, makyajı, kullandığı markalar, hatta ne düşüneceği, nasıl düşüneceği ve nasıl anlatacağı bile... Bu paylaşımlarla seni herkesten özel, herkesten önemli, değerli ve farklı yapan neyin var?
Bir mecrada açtığımız sosyal medya hesabı, üretecek içerikler için yetmeyecekmiş gibi, farklı alanlarda farklı kitlelere ulaşmak için durmadan her mecrada var olma mücadelesi veriyoruz ve yine o meşhur selfilerimizi, içeriklerimizi paylaşıyoruz.
Nasıl önemli, farklı bir içerik üreteceğiz ki, her platformda hesap açma ihtiyacı hissediyoruz? Neden her platformda kendimizi sürekli paylaşmalı ve tüm hesaplarımızı kontrol etme yükü altına girmeliyiz?
Hadi bir de şunu düşünelim: Sosyal medya platformları çoğaldıkça, her birinde var olma çabası artıyor. “Hadi Instagram’da da bir hesap açalım, TikTok’a da bakalım, YouTube’a da video yükleyelim” derken, kendimizi birden her platformda bir “influencer” gibi hissediyoruz.
Neden beğenilen arabalar ve değerli, pahalı nesnelerle poz veriyoruz? Lüks, şatafatlı gösterişli mekânlarda, önemli kurumlarda, tatilde, yeme içme furyasında paylaşım yapmak bize nasıl bir değer katacak? Lüks bir restoranda, pahalı bir yemekle ve kahve ile poz vermek bizi gerçekten değerli mi yapıyor? Yoksa sadece başkalarına “Benim hayatım ne kadar muazzam!” mesajı mı veriyoruz?
Kişisel ve toplumsal kaybedilen değerleri, sanallaşan ortamda bize kazandırabilecek mi? Sosyal medyada ne kadar ayağımız yere basmayan, sanal prestijli bir kişilik oluştursak da, kişiliğimizde olmayan kaybettiğimiz hiçbir değeri oradan geri alamayacağımız gerçeğini unutmamalıyız.
Bir misafir ağırlayıp, çay ile sıcak bir sohbetin tadını yakalayamazsak, birilerine nispet olsun diye gösterişli kahve fincanlarını paylaşıp "şununla kahve keyfi" paylaşımı tat vermez.
Paylaşım yapacak bir şey söyleyeceksek, bunu doğrudan muhatabımıza yüz yüze, nezaketle söylemeliyiz. Had bildirme, rezil etme, laf sokma davranışları ilişkileri iyileştirmekten ziyade, bencilliği tatmaktan öteye geçmeyecektir. Sosyal medya üzerinden “had bildirme” ve “laf sokma” taktikleri, sosyal ortamda bizi özgüveni eksik, pısırık bir konuşmacı yapar.
Yazı ve emojiler bazı duygu ve düşüncelerimizi doğru iletmiyor.
Kendine ve ailene önem verip birlikte zaman geçirip, sanal âlemde paylaşmasan korkma, değerlerin yok olmaz. Eşini, işini, başarını, bebeğini ve malını durmadan paylaşıp birine hava atmak, kıskandırmak toplumda oluşturulan kriz ve dijital görgüsüzlüğün sadece topluma değil, paylaşan kişiye de ağır bedeli olur.
Gördüğün, görüştüğün ünlü, popülist, zengin kişilerle çekilen fotoğraflarla kişiliğine değer katacak mı? Paylaşımını beğenenler, senin yapıp ettiklerini, hislerini, sevincini, üzüntünü paylaşıp dertlerine ortak olacak mı?
Bir taraftan her ne kadar sanal, sahte bir âlemde benlik oluşturup var olmaya çalışsak da, bir o kadar da gerçek hayattan silinip yok oluyoruz. Başta kendimizden ve kişiliğimizden, sonra da aile, akraba ve tüm sosyal toplumsal ilişkilerimizden yok oluyoruz.
Sonuç olarak, her paylaşımda “Ben buradayım!” diye haykırmak yerine, belki de bazen sadece çay içip, gerçek dostlarla sohbet etmekte fayda var. Ama tabii, o çayı sosyal medyada paylaşmazsak, kimse bilmeyecek, değil mi?
Kişinin kendi konumunu değerlendirmesi açısından isabetli düşündürecek bir yazı olmuş. Teşekkürler
Çok yararlı bir makele tebrik ederim
Tebrikler. Gerçekten okunmaya değer bir yazı. Emeğinize , ellerinize sağlık.