Kitap okumanın günümüzde değerini yitirdiği; kimimizin farkında olduğu, kimimizin ise hiç farkında bile olmadığı bir durumdayız. Kitapsızlığı kanıksamış, acınası bir hâlde yaşıyoruz...
"Neden okumuyoruz, neden okuyamıyoruz?" gibi zihinsel çalkantılar yaşadığımız garip bir zaman dilimindeyiz. Sorun belli, çözüm ise muğlak. Hız çağında yaşıyoruz, ancak iş kitap okumaya gelince ağır çekimde gibiyiz. Bırakın bu çağın hızına yetişmeyi, bu durumla yüzleşecek cesaretimiz bile yok...
Evet, hepimize bu özeleştiri: Ne zamana kadar "Okumaya vakit yok!" bahaneleriyle bocalayacağız? Sahi, biz ne yapıyoruz? Okumaya vakit bulamayacak ne gibi büyük işler ve uğraşlar içindeyiz? Okumaya ayıracak 15 dakikayı bile mi bulamıyoruz? Oysa sosyal medyada saatlerce ekran kaydırmaya vakit bulurken, iş kitap sayfalarını çevirmeye gelince neden acizleşiyoruz? Çünkü herkes kendine göre çok şey biliyor! Toplumumuzun çoğu, bir-iki video izleyerek kendini uzman sanıyor, ahkâm kesebilecek bir seviyede görüyor ve okumaya tenezzül etmiyor. Sonuçta çevremiz, mesnedini araştırmadan, yalan-doğru ayrımı yapmadan, bilgiçlik taslayan cahillerle dolup taşıyor...
"Okumadan geçen bir gün, yitirilmiş bir gündür." Hiç düşündük mü? Ne kadar çok yitirilmiş günümüz var! Aslında işin vehametini görmek için kendimize şu soruları sormamız bile yeter:
En son okuduğum kitabın adı ne?
En son ne zaman okudum?
TÜİK'in 2024 yılı "Türkiye Geneli Kitap Okuma" istatistiklerine göre, Türkiye'de kitap okumayanların oranı %73, okuyanların oranı ise sadece %27. Ülkece pek iç açıcı olmayan hâlimizi görmek zorundayız. Bir ülkenin %73’ü kitap okumuyor! Yani Türkiye’de her dört kişiden üçü kitapla hiç haşır neşir değil!.. Bunun nedenini sorgulamak can yakıcı olsa da uzmanlar bu durumu eğitim sistemi, ekonomik koşullar, sosyal ve kültürel etkiler ile özellikle teknolojinin yaygınlaşmasına bağlıyor.
Peki, kendimize soralım: Hangi zamanı bekliyoruz? Büyük bir ilhamın kalbimize doğmasını mı? Hayatımızı düzene koyacak bir mucizeyi mi? Yoksa başımıza gelecek büyük bir musibeti mi? Kişinin cehaletinin ayyuka çıktığı, üstüne cehaletini savunduğu, cehalet güzellemesi yaptığı bu zamanda, bu derin gafletten daha büyük musibet olur mu?
Elbette yitirilen günlere ağıt yakıp “keşke”lerle kıvranmaya gerek yok. Zaman, bu gerçeğin farkına varıp ömür sermayesi tükenmeden, küçük de olsa bir adım atma zamanıdır.
İlk emri "Oku!" olan, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer, 9) diye buyuran bir dinin müntesipleri olarak, bu gaflet hâli bizi yiyip bitirmeden ayağa kalkmalıyız! Nitekim okumayan bir toplum, güdülmeye ve manipüle edilmeye çok müsaittir. Toplumumuzun hâli pür melali zaten ortada...
Ezcümle, daha fazla uzatmadan: Bugün, Müslümanlar olarak güden mi, güdülen mi olmaya daha yatkınız? Kendimizi vakit kaybetmeden acilen yoklamalıyız. Kelamsız, kalemsiz, kitapsız bir hayatın bize ait olmadığını; bizi biz yapan İslami kimliğimizi yeniden kazanmak için okumaya bir adım atmamız gerektiğini unutmamalıyız.
Peki, sen bahanelerinden sıyrılmaya, rahatını bozmaya var mısın? Hazır mısın?