Türkiye’de bir çok camide farz namazlarından önce sesli bir şekilde özellikle “İhlas Suresi” okunmaktadır.
Cemaat vaktin sünnetlerini kılarken müezzinler tarafından yüksek sesle Kur’an okunmasını da hiç doğru bulmuyorum. Biz Kur’an’ı okuruz ancak bu gibi zamanlarda değil. Kur’an okumaya karşı olduğumu da lütfen dile getirmeyin. Sünnetleri kılan insanlar okunan tilavete kendilerini kaptıracak olurlarsa namazları ifsat olmaz mı?
Bir kişinin bile namazını ifasta uğratıyora bu kıraat okunmamalı diye düşünüyorum. İllaki okumak istiyoruz bu sureyi, o zaman herkesin dinleyeceği bir zamanı gözeterek okuyabiliriz. Ya da hiç okumayabiliriz de. Okuduğumuz zaman sorunlar çıkıyorsa, ki çıkıyor, şaşırmalar, tilavetinde karıştırmalar olauyorsa insanların okumamak dahi müteber olacaktır. Şahsım adına bu tür karıştırmalarla, şaşırmalarla çokça dalıyorum.
Konunun daha iyi anlaşılması adına bir örnek daha vermek istiyorum. Türkiye’de var olan camilerin neredeyse tamamında yapılan bir uygulamadan bahsedeceğim.
Önce hadisimizi okuyalım: “Kim sabahladığında, üç defa “Euzu billahi’s-Semii’l-Alimi mine’ş-şeytani’r-recim” duasını okuyup, ardından da Haşir suresinin son üç ayetini okursa, yetmiş bin melek akşama kadar ona dua eder. Şayet o gün ölürse bir nevi şahadet mertebesini kazanır.
Bunu bir kimse akşamladığında okursa, yine aynı sevabı alır.” (Tirmizî, Fedailu’l-Kur’an, 22; Müsned, V, 26) Hadiste haşr suresinin son üç ayeti diye geçiyor. Ancak camilerde sabah ve akşam namazına müteakiben okunan ayet sayısı en az beştir. Niye beş ayet okuyoruz? Biraz önce zikrettiğim hadise göre cevaplayacak olursak biz de Haşr suresinin tamamını okuruz. Ancak burada son üç ayetten fazlasını okumayız. Niye? Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den böyle rivayet edildi.
Niye beş ayet? Allah Resulü bize üç ayet tavsiye ediyor, biz niye beş ayet okuyoruz? Kur’an okumak kötü bir şey mi ki Allah Resulü (s.a.v.) Haşr Suresi’nden sabah ve akşam üç ayet okuyun dedi.
Hepsini okuyun da diyebilirdi. Hikmetini bilmiyoruz, sual de etmiyoruz. Ancak, bize yetecek kadar bildirdiğine yakinen inanıyoruz. Sabah ve akşam son üç ayeti okumaya çalışalım. Farklı zamanlarda ve farklı mekanlarda daha fazlasını da okuyalım. Söylenenleri yapmakla Hz. Muhammed (s.a.v.)’e itaat etmiş de oluruz. Bu da bize yeter.
Buna benzer bir başka örnek vermek istiyorum. Birbirimizle karşılaştığımız vakit verdiğimiz selam, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edildiği üzere; “Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetüllahi ve Berekatüh” şeklindedir.
Her bir kelimesine karşılık on sevap olduğu da ayrıca zikredilmektedir. Sanırım Hz. Muhammed (s.a.v.) ve sahabesinin birbirlerine verdikleri selam şekli de bizi tatmin etmediği için ilavelerde bulunduk. Uzattıkça uzattık. Halbuki hadis rivayetlerinde en uzun şekliyle gelen selam şekli şudur: İmran İbni Husayn (r.a.) şöyle dedi: Nebi (s.a.v.)’e bir adam geldi ve: es-Selamü aleyküm, dedi. Hz. Peygamber onun selamına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebi (s.a.v.): “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da: es-Selamü aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selamın aynıyla mukabelede bulundu. O kişi de yerine oturdu.
Hz. Peygamber: “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve: es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh, dedi. Hz. Peygamber o kişiye de selamının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz: “Otuz sevap kazandı” buyurdular. (Ebu Davud, Edeb 132)
Evet birbirimizle karşılaştığımız vakit vermemiz gereken selam bu kadar uzunluktadır. “Ebeden ve daimen ve ila yevmil kıyame” gibi ilaveler selamın aslında yoktur. Biraz önce kamet konusunda dile getirmeye çalıştığımız “Salavat” konusu gibi değerlendirmekte fayda vardır. Allah Resulü selama ilavelerde bulunmayı bilmiyor muydu ki daha fazla ilavelerde bulunmadı?
Önceki durumlarda söylediklerimi burada birkez daha dile getirmek istiyorum. Allah Resulü (s.a.v.) selamı bize nasıl öğrettiyse o şekilde selam vereceğiz. Selam verildiğinde nasıl aldıysa biz de o şekilde alacağız. Bu bize yeter diye düşünüyorum.
Şu hadis üzerinde biraz daha düşünmekte fayda görüyorum: Talha İbnu Ubeydillah (r.a.) haber veriyor: Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Necid ahalisinden bir adam geldi. Saçları karışıktı. Kulağımıza sesinin mırıltısı geliyordu, ancak ne dediğini anlayamıyorduk. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e iyice yaklaşınca gördük ki, İslam'dan soruyormuş. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Gece ve gündüzde beş vakit namaz” demişti ki adam tekrar sordu: “Bu beş dışında bir borcum var mı?” Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hayır ancak istersen nâfile kılarsın.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ramazan orucu da var.” deyince adam: “Bunun dışında oruç var mı?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hayır! Ancak dilersen nafile tutarsın.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona zekâtı hatırlattı. Adam: “Zekat dışında borcum var mı?” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hayır, ama nafile verirsen o başka!” dedi. Adam geri döndü ve gider ayak: “Bunlara ilave yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) da: “Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir.” buyurdu. Veya “Sözünde durursa cennetliktir.” buyurdu. Ebu Davud’da “Kasem olsun kurtuluşa erer, yeter ki sözünde dursun.” şeklinde te’kidli olarak gelmiştir.” (Buhari, İman 34; Müslim, İman 8; Nesai, Sıyam, 1; Ebu Davud, Salat 1; Muvatta, Kasru's-Salat fi’s-Sefer 94) Adamın bunlara ilave yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım kısmı önem arzetmektedir.
Biz de bize gelen ibadetlere ilavede bulunmayacağız ve eksiltmeye de gitmeyeceğiz.
Konunun anlaşılması adına daha önce zikrettiğim hadisi burada bir kez daha dile getirmek istiyorum: Üzerinde düşünmeye değer bir konu çünkü. Nafi (r.a.)’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. “İbn-i Ömer (r.a.)’in yanında bir adam aksırdı ve: “Elhamdülillah ve ‘s-Selamu ala Rasulillah. Allah’a hamd olsun. Selam Resulüllah (s.a.v)’ın üzerine olsun.” dedi. Bunun üzerine İbn-i Ömer (r.a.) şöyle dedi: “Ben de Allah’a hamd ediyor ve Resulüllah (s.a.v.)’a selam ediyorum, ancak burada değil. Resulüllah (s.a.v) bize aksırdığınızda: “Elhamdülillah ela külli hal” Her zamanda ve her zeminde Allah’a hamd olsun.” dememizi emretti.”
(Müsned-i Haris, Nureddin El Haysemi, 801)