Suriye İhvan–ı Müslimin Hareketi, Mısır’dan sonraki en güçlü İhvan hareketiydi. Son dönem Suriye tarihinin en önemli aktörlerinden olan bu hareket, İslamî bir yaşam tarzına sahip Suriye Kürtleri arasında neredeyse hiç temsil bulmadı. Neden?
Suriye gibi küçük bir ülkede nasıl oldu da Mustafa Sibai’nin sesi Kamışlo’ya ya da Halep civarındaki Efrin bölgesine ulaşmadı? Bunu kim ve nasıl engelledi?
Geçen hafta Suriye Kürtleri arasında laik çizginin geliştirilmesi üzerinde durmuştuk. Bu hafta bu noktayı irdeleyeceğiz?
İhvan-ı Müslimin Hareketi Irkçı Değildi
Mustafa Sibai, Güney Suriye’dendi, Humusluydu, Fransız emperyalistlerine ilk kurşun sıkanlardandı. Fransa’nın gözünde İslam ne kadar büyük bir düşmansa, İslam’ı temsil eden Mustafa Sibailer de o kadar büyük bir düşmandı. Baskıyla olmazsa karartma yöntemleriyle hareketleri engellenmeli, Suriye’de ümmet bağı içinde bir devletin oluşmasına izin verilmemeliydi.
Sibai, 1945’te İhvanı resmen kurduğunda Araplar arasında “Batı’yı rahatsız etmemek için İslamî köklere fazla vurgu yapmama” eğilimi güçlüydü. Mustafa Sibai, bu eğilime karşı Muhammed Abduh’un “Arapların İslam’ın ilk toplumu ve en önemli toplumlarından olduğu, Arapların İslamsız bir yere varamayacakları” görüşünü dillendirdi. Açtığı liseye de “Islâmi Arap Lisesi” adını verdi. Ortalama Suriye Arap Müslümanını İhvan’a bağlayacak, iyi izah edildiğinde ve pratikte ırkçı uygulamalara yol açmadığında olumlu bir vurguydu bu. Nitekim bu vurgu, 1952’den sonra da Fransa’yla bağını sürdüren Suriye rejiminin bütün baskılarına rağmen İhvan hareketini, günden güne büyüttü.
Baskıların şiddetlenmesi üzerine Üstad Sibai, 1952’de Suriye’yi terk edip Lübnan’a gitmek zorunda kaldı. Orada Müslümanların hâlini bir daha değerlendirip İslam’ın sosyal yönünü vurgulayan bir çizgiyi öne çıkardı. O yıllarda “İslam sosyalizmi” denen bu toplumcu fikrin Kürtler arasında ilgi görmemesi için bir neden yoktu. Çünkü Kürtler, sosyo-ekonomik açıdan Suriye toplumunun en alt kesimini oluşturuyordu.
Buna rağmen Suriye Kürtleri arasında İhvan hareketine çok az kişi katıldı. Bunlardan biri Said Hava idi. Said Hava, Güney Suriye’de oturuyor ve Araplara seslenebilmek için Kürtlük yönünü neredeyse özenle saklıyordu.
Diğeri ise Mardinli Şehid Mele Ahmed’di. Mele Ahmed, Kürtlük yönünü asla saklamıyor, Kürtler ve Türkiye Arapları arasında İhvan fikriyatının tutması için Hz. Musab b. Umeyr’in tebliğ faaliyetini andıran bir gayret ve ustalıkla çalışıyordu.
Buna rağmen Mele Ahmed’in çabaları Türkiye’de yer yer karşılık bulurken Suriye Kürtleri arasında taşın üzerine serpilmiş tohum misali kaldı.
Bu vakanın çok yönlü nedenleri vardır:
1. Rejimle ilgili nedenler
2. Laik Kürtlerle ilgili nedenler
3. Tasavvuf dergahlarıyla ilgili nedenler
REJİM, İHVANI “ARAP MİLLİYETÇİSİ” DİYE ANLATTI
1963’ten sonra yönetimi ele geçiren Baas yönetimi Kürtlere akıl almaz baskılar yaptı. Ancak 1970’te bu baskılar Hafız Esad’ın kansız bir darbeyle resmen işbaşına gelmesiyle renk değiştirdi. Kürtler, Baas baskısı altında canlarından bezmişlerdi. İp boğazlarına dayanmış, onları boğmak üzereydi. Bu ipi biraz olsun gevşetecek biri, kendi nezdlerinde kabul görebilirdi.
Hafız Esad, Kürtlere karşı adeta “işkence arası nefes aldırma seansı” uyguladı. Kendisinden önce başlatılan Serekaniye (Ceylanpınar)’den Irak sınırına “Arap kuşağı” oluşturma projesini uygulamaya koydu. Kürtlere, kalıcı hiçbir hak da tanımadı. Ancak Kürtler ve Kürtçe üzerine fiili baskıyı azalttı. Kürt arazilerine el koyan Arap toprak ağalarının arazilerini “toprak reformu” çerçevesinde onlardan aldı, bir kısmını Kürt köylüsüne dağıttı. Arap toprak ağalarına karşı şiddetli bir cezalandırma süreci başlattı.
Esad, Baas içinde “Arapların birliği ve bütünlüğü” fikrinden yana görünse de Nuseyri kökenliydi. Bu durum, onu kendiliğinden yalnızlaştırıyordu. Tabana ihtiyacı vardı. Arap toprak ağaları üzerinde kurduğu baskı ve Nuseyri kimliği, onu Güney Suriye Sünni Arap Müslümanlarının tabii düşmanı hâline getiriyordu. Hıristiyan, Alevi-Dürzi azınlıklara dayanması, onun meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacaktı.
Sovyetlerin yanında Fransa’yla da sıkı ilişkileri olan Esad, kendisini “Gayri müslimlerin temsilcisi” denkleminden kurtarmak için Kürtlere yanaştı ve onlarla ittifak arayışına girdi. Bu ittifak arayışı, “boynumuzdaki ipi azıcık gevşetecek, altımızdaki ateşi azıcık kısacak biri olsa” diyen sıradan Kürtler nezdinde kabul gördü.
Suriye İhvan’ı, bütün baskılara rağmen 1970’li yılların başında iyice güçlenerek Esad’ın bir numaralı muhalifi oldu. İhvan güçlendikçe, Halep’ten Hama’ya Sünni Arap Müslümanlar arasındaki tasavvuf dergahlarını ve Şam’daki milliyetçi-muhafazakar Arap kesimleri bünyesine aldı. Bir Sünni Arap cephesi görünümüne büründü. Bir yönüyle böyleydi. Ama öte yandan Suriye İhvanı, kesinlikle ırkçı hatta milliyetçi değildi. Suriye’de hakim olması durumunda, Kürtlere kesinlikle daha önceki bütün Suriye yönetimlerinden daha çok hak tanıyacaktı. Bunun anlaşılması durumunda Suriye Kürtleri tamamen İhvan’a yönelecek; böylece Esad karşısında muazzam bir Sünni Cephe oluşacak ve bu cephe Suriye’yi ele geçirecekti.
Esad, bunun farkındaydı. Kürtleri, İhvan’dan uzaklaştırmak için her yola başvurdu. Kürt halkına İhvan’ın “Arap milliyetçisi” olduğunu, Arap toprak ağalarınca desteklendiğini ve iş başına gelirse Kürtler dahil bütün azınlıkları yok sayacağı propagandasını yaydı. Bu noktada Fransa’nın Suriye’de geliştirdiği laik-ulusalcı Kürt muhalefetinin desteğini de hazır buldu.
LAİK KÜRT GRUPLAR İŞBİRLİKÇİLİK YAPTI
1930’larda Xoybun’un yayın organı Hewar dergisi etrafında toplanan laik-ulusalcı Kürt grupları, bütün dünyadaki laik-ulusalcı yapılar gibi İslam’a düşmandılar.
Xoybun’dan sonra Kürtlerin kurduğu ilk parti, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’ydi. Parti, Barzani’nin partisiyle aynı ismi taşısa da kuruluş aşamasında daha çok komünistlerin etkisindeydi. Molla Mustafa Barzani’nin geleneksel dindarlığını temsil etmiyordu.
Partinin kurucularından Nureddin Zaza, Suriye Arap Komünist Partisi üyeliğinden geçmeydi. Osman Sabri de onunla aynı fikirdeydi ve “Dengê Kurd (Kürtlerin Sesi)” dergisini sol bir çizgi üzerine ve Latin alfabesiyle yayımlıyorlardı. Yine parti kurucularından Cegerxwin, bir ara arkadaşlarıyla arası bozulunca Suriye Arap Komünist partisi üyesi olmuş ve geri gelmişti.
Bu kesim, İslam düşmanlığı noktasında laik-sosyalist çizgi üzerinden Esad’la yoldaştı. Bu yoldaşlar, İslam düşmanlığını İhvan düşmanlığına çevirdiler. İşbirlikçilik yaparak Esad için Kürtler arasında propaganda yaptılar.
Öte yandan partideki etkin isimlerin pek çoğunun Suriye’deki Kürt tasavvuf dergahlarıyla feodal ilişkileri vardı. Kürt şeyhlerine karşı Cegerxwin gibiler agresif propagandalar yapsalar da Kürt sol hareketi Suriye yönetimin Kürt tasavvuf dergahlarına baskı yapması için açık bir girişimde bulunamazdı. Böyle bir girişim Kürt geleneklerinde “en büyük ihanet sayılır” ve onları bitirirdi. Osman Sabri gibileri ta Şeyh Said Kıyamı’ndan kalma bu adamlar, bir yandan Şam’a üniversiteye gelen Kürt gençlerini Batı ve Esad’ın istediği üzere İslam’dan uzaklaştırdılar. Öte yandan Esad’ın Kürt tasavvuf dergahlarıyla ilişkiye geçmesine mani olmadılar. Ne de olsa tasavvuf dergahlarına bağlananlar, “bir kuşaktı” ve bir süre sonra ölüp gidecekti. Mühim olan yeni nesildi. Büyükleri idare edip çocuklarına göz dikmek gerekirdi!
Bu şeytani oyun, Suriye’de fena tuttu.
Öte yandan 1970’ten sonra Molla Mustafa Barzani’den kaçan Celal Talabanî de Suriye’deydi. Talabani, YNK’yi Esad’ın desteğiyle kurdu. Esad’a borcunu ödemek için ulusalcı-laik-sosyalist çizgiyi Şam’daki Kürt gençleri arasında daha teknik bir örgütlenmeye kavuşturdu.
Dahası 1980’lere doğru, Esad’ın Türkiye karşıtlığı, onu 12 Eylül yönetiminden kaçan solcu Kürt gruplarına sahip çıkma politikasına götürdü. Celal Talabani, bu noktada bir daha devreye girdi. PKK liderleriyle Esad arasında bağ kurdu, Şam ve Şam’ın işgali altındaki Lübnan toprakları PKK’nin karargah ve kampı haline geldi. PKK, özellikle Mardin yöresi göçmeni Kürt gençler arasında hızlı bir sosyalizm propagandası yaptı, babaları tasavvuf dergahlarına bağlı bu gençler korkunç bir İslam düşmanı kesildi.
1987…Mardin… Suriye’den gelme iri yarı, oldukça uzun sakallı bir Kürt sofiye İhvan’ı sordum. “Onlar asidir, Arapçıdır, zalimden yanadır. Allah düşmanıdır. Onlara karşı mücadele farzdır. Onlar, başa gelse Kürtleri yok edecek. Benim saf bir imam kardeşim var. Onlardan Hasan El Benna’nın bir kitabını almış. Bir aramada kitap bulununca kardeşim tutuklandı, onu ancak Esad’la iletişime geçerek üç ay sonra kurtarabildik. İşte onlar böyle beladırlar” cevabını aldım. Tartışmaya çalıştım, kötüce bir azar işittim. Sonradan öğrendim. Sofinin iki oğlu, israil savaşında bir süre esir kalmıştı ve o iki oğlu dahil bütün çocukları istisnasız ateistti. Sofi, İhvan’dan kaçarken çocuklarını ateizme kaptırmış; kendisi de zamanla PKK’nin amansız bir propagandacısı kesilmişti. İslam’la ilgili o kadar ağır laflar ediyordu ki tekfire fersah fersah uzak bir tasavvuf ehli, onun hakkında ısrarla “Müslüman değil” sözünü kullanabiliyordu. Allah muhafaza… Haktan kaçışın sonu mutlaka batıldır.
TASAVVUF DERGAHLARI İHVAN’A MUHALEFET ETTİ
Suriye Kürtleri arasında etkili üç tasavvuf dergahı vardı:
1. Haco ve Miro aileleri üzerinde etkili Şeyh İbrahim Hakkı dergahı
2. Daha çok Serxet’teki Kürtler üzerinde etkili olsa da Suriye’deki sıradan Kürtler üzerinde de ağır bir etkiye sahip olan Haznevi dergahı
3. Şam’daki muhafazakar aristokrasi üzerinde etkili Şeyh Muhammed Keftaro.
Bu dergahlarla İhvan arasında sağlıklı bir iletişim kurulamadı. 1950’li yıllarda Vehhabi hareketi, neredeyse her köyde kurulu bulunan Kürt medreselerinde adam buldu. Suriye İhvan’ı Güney Suriye’nin hem Kadiri hem Nakşi tasavvuf dergahlarıyla bütünlük içindeyken ve İhvan çizgisinde zühd çok önemliyken bu Vehhabi mollalar, “kuru alimdiler”. Zühdden, takvadan uzaktılar. İhvan’a benzer bir yönleri yoktu. Ne var ki İhvan’ın bidat karşıtlığına sahipleniyorlar ve kendilerini İhvan’a yakın diye gösteriyorlardı. İhvan’ı tanımayan Kürt tasavvuf dergahları, İhvan-ı Müslimin çizgisini bu adamlarla özdeşleştirdi ve onların şahsında İhvan’a düşman oldu. Buna rejimin eli de değince iş iyice karıştı.
Esad, aslen Mardinli Şeyh Muhammed Keftaro’yu Diyanet İşleri Başkanı yaparak “Devlet İslam’ı”nın başına getirdi, kendisi aşırı bir solcu olmasına rağmen Keftaro ile kol kola girerek Cuma ve bayram namazlarına gitti. Keftaro, hutbelerde ve televizyonlarda, İhvan’ı “asi, mulhid”; Esad’ı “İslam’in himayedarı” diye tanıttı. Esad’ın kendisine kurdurttuğu kolejlerde İhvan düşmanlığını kurumlaştırdı. Keftaro, Suriye’de din kökenli İhvan düşmanlığının simgesi hâline geldi.
Şeyh İbrahim Hakkı dergahı, özellikle Serxet yolunun kapanmasıyla etkinliğini yitirdi. Haznevi dergahı ise büyük İslam alimi ve gönlü cihad aşkıyla dolu Şeyh Alaaddin Hazretlerinden sonra Şeyh Keftaro çizgisine kaydı. İhvan’a karşı muhalefetin sivil dini yapısının temsilini üstlendi. İhvan hareketini halka Vehhabi, asi, kuşkulu diye tanıttı. Sofilerin çocuklarını İhvan’dan sakındırmaları için onlara özel tavsiyelerde bulundu.
1983’te Hafız Esad’ın uçakları İhvan’ın Hama’daki medrese ve Kur’an Kurslarına bombalar yağdırıp gencecik İslam talebelerinin kanını dökerken Şam’da Keftaro kolejleri, Tılmaruf’ta Haznevi medresesi harıl harıl talebe yetiştiriyordu.
Oysa bugün, Hama ve Humus’ta İhvan hâlâ var. Halbuki Suriye Kürtleri, medreseye alacak genç bulamıyorlar. Hamalıların çocukları İslam üzerineyken Kürtlerin gençleri Zerdüşt’ten söz ediyorlar. Olaya bir de buradan bakalım. Acaba gerçekte kim imha oldu? İhvan mı yoksa Kürt tasavvuf dergahları mı?..
Bu ibretli vakanın tasavvuf dergahları ile ilgili devamını başka araştırmalara bırakırken hepimizin Suriye Kürtlerinin yaşadıklarından alacağı büyük ibretler vardır. İnşaallah haftaya bu olaydan alınması gereken dersleri anlatacağız.
DEVAM EDECEK...
Kaynak: Doğruhaber/Ahmet Yılmaz
HABER MERKEZİ