Röportaj
Yayınlanma: 03 Mayıs 2025 - 10:34
Güncelleme: 03 Mayıs 2025 - 10:42
"Gazze'deki soykırım uluslararası hukukun açık bir ihlalidir"
İşgal rejiminin Gazze’de uyguladığı saldırıların artık bir soykırıma dönüştüğünü ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak yapay zeka teknolojisiyle desteklendiğini ifade eden Uluslararası İlişkiler Uzmanı Maşuk Özyaramış, Gazze’deki mevcut durumun, uluslararası hukuk açısından ciddi bir suç olduğuna dikkat çekti.
Röportaj
03 Mayıs 2025 - 10:34
Güncelleme: 03 Mayıs 2025 - 10:42
İşgal rejiminin son teknoloji ürünü yapay zeka kullanarak bu soykırımı daha etkin hale getirdiğini ve insanlık tarihi için yeni bir tehlike oluşturduğunu belirten Özyaramış, 7 Ekim’den bu yana, uluslararası hukukun açıkça ihlal edildiğini ve her ilkenin yerle bir edilmiş durumda olduğunu söyledi.Özyaramış, Türkiye’nin işgal rejimine karşı fiili bir askeri müdahale yapmadığı sürece sorunun sadece söylemde kalacağını ve petrol sevkiyatlarının durdurulmasının, sorunun çözülmesine katkı sağlayacak önemli bir adım olacağını ifade etti.
Maşuk Özyaramış“Soykırım tanımı Gazze’de gerçek oluyor”"Uluslararası hukuk açısından ihlal edilebilecek, yerle bir edilebilecek ne varsa, 7 Ekim'den bu yana fiili olarak yaşıyoruz" diyen Özyaramış, “Yalnız, ateşkesin ihlal edilmesi, en başta, uluslararası hukukta kazandırılan İslami bir ilkedir: ahde vefa, sözleşmelere uyma ilkesi.Bu ülkenin en başta yok edildiği, uluslararası hukuk ilkesinin yok edildiği ortadadır. Bu saatten sonra, israil diye bir devletin süreç içerisinde ilerleyen süreçte karşısındaki devlet veya devletlerle yapacağı herhangi bir konudaki anlaşmanın yükümlülüklerine uymayacağının çok bariz belirtisidir. Bu da neyi gerektirir, neyi getirir? Burada garantör devletlerin güvenilirliğinin, halk arasındaki tabirle kefilinin kim olduğu, kefilinin bu anlaşmaya yönelik olarak sunacağı garanti artık önemli olacak. israil, ahde vefa ilkesini yok eden bir devlet. Tabii, anlaşmanın, ateşkes anlaşmasının bozulması ile birlikte çok daha ağır bir soykırım sürecine girdi.israil nedir? Bu soykırım; 1948 Soykırımın Önlenmesi, Tanımlanması ve Önlenmesi Sözleşmesi var. O dönem Birleşmiş Milletler ’in 63 üyesi tarafından imzalanan, en son 2023 yılında 153 ülkenin kabul ettiği, Birleşmiş Milletler üyesi kabul etti soykırımın önlenmesi anlaşması. Buradaki tanım aslında çok önemli. Niye çok önemli? Çünkü tanımda, herhangi etnik, ırksal, ulus grubunun, dini grubun hangi tür muameleye maruz kaldığı zaman bunun soykırım olduğu belirtiliyor. Bir grubun öldürülmesi, doğrudan bir grubun bedensel ve zihinsel zarar görmesi, bir grubun yaşam şartlarının kasten kötüleştirilmesi, değiştirilmesi, yine bir grubun içindeki doğumların engellenmesi, çocukların zorla başka bir gruba dahil edilmesi gibi durumlardan herhangi birine maruz kaldığı zaman, soykırım gerçekleşmiş oluyor. Biz bunu şu anda Gazze’de, bunların hepsini, hatta artı bir şeklini, çok daha ağır bir şeklinde görüyoruz. Yeni gördüğümüz bir şey daha var aslında; uluslararası ilişkiler literatürüne yeni giren bir durum daha söz konusu. Siz yapay zekâ temelli bir soykırım yapılıyor artık. Yani teknolojinin son geldiği nokta, tamamen soykırım üzerinden kullanılmaya başlıyor. Bu, bir nevi Japonya’daki atom bombasının, teknolojinin geldiği son noktanın yine soykırımda kullanılması gibi bir nokta. Bu da Batı medeniyetinin aslında tüm değerlerinin, söylemden ibaret olduğunu, kendi çıkarları söz konusu olduğunda, İsrail’e verdikleri destek mahiyetinde söylüyorum, bunların hepsinin aslında hikayeden ibaret olduğunu gösteriyor,” ifadelerini kullandı“Gazze’den Suriye’ye uzanan tehdit”Uluslararası hukuk açısından işgal rejiminin bölgesel güvenliği hakkında konuşan Özyaramış, “Tümden gelimden kastım ne? Bölgesel güvenlik için zaten bir tehlike ama sadece bölgesel güvenlik için değil; israil küresel bir tehdit, İsrail insanlık için bir tehdit. İsrail, azınlık bir grubun, dünya üzerindeki 15 milyon civarında bir Yahudi’nin çığırından çıkan azınlık isteklerini, sapkın düşüncelerini gerçekleştirmek için diğer insanların istediği gibi kullanmasını hedefleyen bir devlet. Dolayısıyla bu hem bölgesel, hem küresel, evrensel adını ne koyabiliyorsanız tehlike arz ediyor.Yakın süreçte Suriye’deki rejim değişikliği ile birlikte gösterdi ki, İsrail yayılmacı bir politikayı somut bir şekilde hedefliyor, gerçekleştiriyor. Yani Gazze’nin, Gazze nezdinde bir işte Hamas’ı, terör örgütü gibi lanse ederekten ya da kendi toprakları gibi lanse ederken, bir kamu diploması ile kendine ait bir yer gibi göstererekten, Hamas’la savaş sürdürüyordu ama kendi topraklarının iddia ettiği, kendi topraklarının dışında Suriye’ye girmiş olması, somut bir şekilde girmiş olması, toprak kazanımı elde etmiş olması, bölgesel anlamda da aslında ilerlemeci, yayılmacı bir politika izlediğinin en bariz göstergesidir. Bu söz konusu olduğu zaman, Suriye’de, özellikle İran, Irak, Türkiye, en başta bu ülkeler için çok ciddi bir tehlike söz konusu olmuş oluyor, doğrudan tehlikeye söz konusu olmuş oluyor. Çünkü arzı mevzuat zaten bu topraklar, illaki bu saydığım ülkeler için 1. etapta ki bu coğrafyada, Ortadoğu coğrafyasında bu ülkelerin içinde yer alacağı bir savaşın küresel bir mahiyete, bölgeselden küresel mahiyete dönüşmesi, hiç sürpriz değil, beklenmeyecek bir durum değil. Durum bu yani. Tam bir çaresizliği aslında ateşkes öncesinde de, 7 Ekim itibarı ile hatta öncesinde, daha da öncesine gidebileceğimiz şekilde bu noktada ciddi bir adaletsizliğin olduğunu söylemek mümkün. Yalnız 7 Ekim ile birlikte, çok daha gün yüzüne çıktı, özellikle 6 hafta önce, 7 hafta önce ateşkesin bozulması ile birlikte, çok daha net belli şeyleri görmüş olduk. Halkların baskısı ile hükümetler münferit olarak belli adamlar atıyorlar bununla alakalı olarak. Özellikle İsrail’in oluşturduğu kamu diploması, yeni ile oluşturdu, propaganda ile oluşturduğu imajının yerle bir olması. En son, İspanya’nın halk baskısı ile, İsrailli bir şirketi ile yaptığı anlaşmayı bertaraf etmesi, ithal etmesi, yine Afrika Birliği’nin, Ruanda soykırımının görüşülmesi sırasında, Güney Afrika’nın İsrail büyükelçisini salondan çıkarması ki bunu bir oy birliği ile, bütün ülke temsilcilerinin desteği ile yapmaları, yine Birleşmiş Milletler Filistin sözcüsü, raportörünün tekrar seçilmesi, bunlar aslında kamu diploması açısından İsrail’le tam bir handikap oluşturuyor. Fakat, İsrail bunlarla da ilgili çok ciddi bir mücadele yürütüyor, bunlara karşı da ciddi bir bürokrasi ve ülkelerin yönetimleri nezdinde ciddi bir baskı kuruyor.” dedi“Ateşkesin çöküşü ve HAMAS’ın direnişi”İnsani yardımların ulaştırılması konusunda en başta Müslüman ülkelerin sorumluluğu olduğunu söyleyen Özyaramış, “Bu Müslüman ülkelerin zaten ambargoyu delememiş olması tarifim imkansız bir durum. Sonuçta geldiğimiz bir nokta var. Savaş açısından 570 gün, yani Gazze Sağlık Bakanlığı’nın verdiği sayıya göre 53.000’e varan şehit sayısı, 117.000’e varan yaralı sayısı var. Günlük ortalama 100 kişinin şehit edildiği bir süreci yaşıyoruz. Son 7 haftadır, Gazze’nin içerisine bir buğday tanesi bile girişine izin verilmiyor, o derece bir abluka içerisinde. Bunun yanında, İslam ülkelerinin en başta Sessizliği çok ciddi bir soru işareti. Burada tabii, İsrail açısından ciddi bir başarısızlık da aslında söz konusu. Çünkü İsrail’in savaşa süreç içerisinde hedeflediği iki şey var: Birincisi HAMAS’ın yok olması, ikincisi ise bu eserlerin, kendi Hamas’ın aldığı, Kassam Tugaylarının aldığı eserlerin kurtarılmasıydı. Ateşkes, bir nevi bunu aslında hedefliyordu fakat, ateşkesin başlaması ile birlikte, Kassam Tugaylarının gün yüzüne çıkması, işte iş makinelerinin gün yüzüne çıkması, aslında Hamas’ın kendi yetisinden hiçbir şey kaybetmediğini göstermiş oldu. Hakeza, esirleri de kurtaramadığı için, İsrail’in savaş hedefine ulaşamadığını gösteriyor. Savaşın geldiği noktada, İsrail’in aslında adetlerine ulaşamadığını gösteriyor. Son süreç açısından, Trump’ın ateşkesten sonrası için, Trump’ın aslında netanyahu’ya verdiği bir ek süre vardı. Yani bu hedefleri gerçekleştirilmesi noktasında çünkü alttan kamuoyu baskısı, uluslararası baskı nedeniyle, Trump anlaşma zorunluluğunu kendi üzerinde hissediyordu. Bu süreç içerisinde yine Netanyahu hedeflerini 7 haftadır gerçekleştirebilmiş değil. Çünkü, bundan birkaç gün önce yine füze rampaları ile İsrail, Hamas tarafından füze bombardımanına tutuldu. Bu füzeler, dışarıdan bir buğday tanesi giremezken, içeride kendi silah üretimini yapabilecek kapasiteye sahip olduklarını gösteriyor. Yine Hamaslı yetkililerin yaptığı açıklamalara baktığınız zaman, ki tutara açıklamalar, birkaç yıl daha bu şekilde bu savaşı devam ettirebilecekleri noktasında bir potansiyellerinin, kabiliyetlerinin olduğu, hem insan kaynağı açısından, hem moral-motivasyon açısından, hem gerekli lojistik açısından olduğunu ifade ettiler. Yine İsrail tarafından yapılan bir açıklama vardı yakın zamanda: Şu ana kadar Hamas’ın tünel ağlarından %25’ini, ki İsrail tarafından yapıldığı için de büyük soru işaretiyle bakılması gereken bir açıklama olmasına rağmen, %25’inin ancak yok edildiğini ifade etti. Yakın zamanda kurtarılan esirler, kurtarılan demeyelim, takası yapılan esirlerden senin beyanı ile, Hamas’ın Kassam Tugaylarının aktif olarak şu süreçte bile yeni yeni tüneller kazmaya devam ettiği söylenmesi, aslında orada bir savaş kapasitesinin daha da geliştiğini gösteriyor. Bunun yanında, uluslararası kamuoyunda da israil’in yalnız kalması yanında, kendi iç dinamitleri açısından çok ciddi sıkıntı içerisinde. İşte, Aşkenazi Yahudi dilleri ile sefaret Yahudilerinin israil içerisindeki ayyuka çıkmış durumda. Ciddi anlamda bir iç savaş tehlikesi var ki, Kur’an’ın bize müjdelediği de aslında bu sonuç. Bakalım nereye gidecek. Zamanla bir ateşkes zorunluluğu oluşacak. Bu sürece kadar, kendi menfaatlerine neyi koparabilirse Netanyahu, kişisel menfaatleri de dahil, süreci o şekilde yönetmeye çalışıyor.” şeklinde konuştu.“Arap ve İslam ülkelerine yüklenen tarihi sorumluluk”Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin yayımladığı fetva ile ilgili olarak Özyaramış, “Orada dikkat çeken bir şey var; aslında daha önceden kapalı cümlelerle belki ifade edilen, farklı mercilerde bireysel olarak ifade edilen şeyler, ilk defa bir fetva olarak dini yükümlülüğü Müslümanların üzerine koyan bir fetva yükümlülüğü olarak dile getirildi. Silahlı cihadın, her Müslümanın silahlı cihadı yerine getirmesinin farz olduğunu, yine Arap ve İslam ülkelerinin istisnası, hepsinin yöneticilerinin İsrail’i havadan, karadan ve denizden kuşatma altına almalarını gerektiğini, kuşatmaları gerektiğini, israil’e bundan öncesinde ve bundan sonrasında gerçekleşebilecek normalleşmelerin hepsinin haram olduğu, yani şeri olarak bir karşılığının olmadığını, bunun içerisinde petrol ve doğalgaz sevkiyatının kesinlikle durdurulması gerektiğini. Bu yönetimsel açısından Müslümanlara yönelik aslında söylenen, verilen fetva bir de bireysel olarak Müslüman halkların yönetimlerini, bu hedefte gerçekleştirme noktasında daha farz olduğunu noktasında yükümlülük yüklemiş oldu. Biz bu perspektiften baktığımız zaman, Türkiye olarak, üstlerin, yani yabancı üstlerin, özellikle İsrail’in bu saldırılarını fiili olarak destekleyen İncirlik Hava Üssü gibi, Kürecik Radar Üssü gibi, kapatılmadığı müddetçe, Bakü-Ceyhan-Tiflis boru hattı üzerinden, yanlış değilsem AK Partili Özlem Hanım’ın beyanı ile bir dolar, bir 26 cent varil başında kazandığımız bir para bir itiraftır. Aynı zamanda bu yakıt transferinin, petrol transferinin durdurulmadığı müddetçe, israil’e fiili askeri müdahalenin olmadığı müddetçe ki, Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin askeri Müslüman ülkelerin askeri ittifak kurması gerekliliği yönde de bir fetvası var, askeri müdahale olmadığı müddetçe, Türkiye açısından geri söylenen söylemlerinin hepsi çözüme katkısı olmadığı için, sorunun bir parçası olmaktan çalışmalar. Diğer taraftan baktığımız zaman, bu söylemlerin yanında, ülkemizin içerisinde Türkiye çerçevesinde hicret söylemleri aslında dile getirilmeye başladı. Bu, en başta Filistin davasına ihanet olabilecek bir şey. Bu olayın 1. kahramanları orada her türlü zulümü görürken, bu zulme rağmen aslında bu mücadeleyi devam ettirmeleri, mücadelelerini devam ettirmeleri ve buna direnmeleri ne rağmen, Türkiye içerisinde hicret söylemleri ki, hicret çok tehlikeli bir hicretle temellendiriliyor olması çok tehlikelidir. Çünkü İslam’ı kılıp da pembe tablo şeklinde ortaya sürülmesidir. Hicret söylemleri ile ortaya sürülmesi, oradaki mücadeleyi baltalamaktan öteye gitmiyor. Yine Mahmud Abbas’ın en son esirleri serbest bırakın, israil’in elindeki kozları, israil’in bahanelerini yok edin diye El-Kassam’a, Kassam Mücahitlerine bir hakareti söz konusu. Aslında bu kendi ihanetinin, kendi köpek bile olsa onlara olan sadakatini gösteren, ne kadar aşağılık bir insan olduğunun ifadesi ve buna dair de bir kamuoyu oluşturulması. Yani ateşkes sonrasında, az önce bahsetmiştim, Trump’ın Netanyahu’ya verdiği süre çerçevesinde hem hicret söyleminin hem işbirlikçi yönetimlerin bu gibi çıkışlarla aslında Hamas’ı köşeye sıkıştırma amaçlarının olduğunu gösteriyor. Bu noktada sorunun çözümünde, en başta Türkiye olmak üzere, sorunun çözümünde yer almamak, sorunun aslında bir parçası olmak demektir. Bu bahsettiğimiz askeri müdahale, petrolün sevkiyatının durdurulması, üslerin kapatılması olmadığı müddetçe, sorunun aslında bir parçası olmaktan öteye gitmiyoruz. Geçen bir haber daha okudum; israil’e silah sevkiyatı yapan bir geminin, ki bayağı gündem olmuştur, bir daha Mersin limanına yanaşması. 7 Ekim’den bu yana 29 kere Mersin limanına yanaşması. Yani bu gemi 29 kere batılı güçlerden silah sevkiyatının Mersin limanına ara duruş, ara nokta seçerek silah sevkiyatını gerçekleştirmiş olması, bunlar çok büyük handikaplar. Bunlar bizim açımızdan zafer inananlarındır ve yakında inşallah.” diye konuştu.
İLKHA

İLKHA
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir